Makaleler

Published on Mayıs 17th, 2023

0

Türkiye gerçeğinde rüyalara tutunmak | Volkan Yaraşır


… Cesaretle yeniden başlamak, umudu ayaklandırmak ve örgütlemek devrimcilerin görevidir…

Seçim sonuçları bize neyi gösterdi?

Kitleler nezdinde büyük umut yaratan 14 Mayıs seçiminin ilk turu hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Beklenti siyasal İslamın 21 yıllık iktidarının simgesi ya da vücut buluşu olan Tayyip Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesi ve AKP’nin geriletilmesi, parlamentoda Cumhur İttifakı’nın çoğunluğunu yitirmesiydi. Belki biraz da soluk almaktı. Restorasyoncu ekip olarak değerlendirilen Millet İttifakı’nın asgari de olsa kurallı kapitalizmin normları yerine getirmesi bekleniyordu. Bu kitlelerin olduğu kadar, devrimci hareketin ağırlıktaki kesiminin eğilimiydi. Kısaca bir momentin kırılması ve yeni bir sürecin kapılarının aralanması arzulanıyordu. Fakat sınıflar mücadelesinin çıplak gerçekliği ve “neoliberal yıkım politikalarının” yarattığı sosyoloji, toplumun enkazlaşma hali kendini çıplak bir şekilde dışavurdu. Seçimlerde siyasal İslam ve farklı faşist klikler ciddi oy aldı, Erdoğan’ın ilk turda yeniden başkan seçilmesine ramak kaldı.

En başta Türkiye’nin içinde bulunduğu çoklu kriz ortamı, yani ekonomik kriz, devlet krizi, rejim krizi ve siyasal ve sosyal krizin, kitleleri yeni bir arayışa sürüklediği, bir kartel rejimine dönüşmüş rejime karşı ciddi bir muhalefetin oluştuğu düşünülüyordu. Ekonomik krizin derinleşmesinin ve büyük deprem felaketinin artık siyasal İslamın yıkımının önünü açtığı hesaplanıyordu.

Fakat neoliberal hegemonyanın hala sürdüğü, siyasal İslamın bütün yaşananlara rağmen alt sınıflar üzerinde etkisini devam ettirdiği ve özellikle kimlik ve kültür politikalarının Kürt karşıtlığı ve Alevi karşıtlığı üzerinden ciddi sonuçlar doğurduğu unutuldu. Şiddetli kriz anları kitlelerin örgütlülüğü ve devrimci öznenin varlığı koşullarında farklı olanakları yarattığı gibi, aynı kriz anları kitlelerin örgütsüzlüğü koşullarında faşizmin güç aldığı, faşizmin bir kitle ruhu haline dönüştüğü koşulları yaratır ve faşist bir dalganın gelişmesinin önünü açar. Ve bu süreç işçi sınıfı dahil alt sınıfları saran ve onları kavrayan bir hale dönüşür.

Seçim sonuçları özellikle işçi sınıfının, yoksulların ve ezilenlerin yanında küçük burjuvazinin ağırlıktaki bir kısmının siyasal İslamın ve farklı faşist kliklerin hegemonyasında hareket ettiğini ve son derece bilinçli tercihlerde bulunduğunu ortaya koyuyor. Bir anlamda kitleler kandırılma ya da yanılma halinde değil gerçek manada iktidarı/faşizmi arzulayarak tercihlerini bu yönde yapıyor. Özellikle son 40 yıllık süreç ve neoliberal kapitalizmin yarattığı ortam bu yıkıcı atmosferin önünü açmış durumda.

Bu durum aslında demoralizasyona kapılmadan “Yeniden ve nereden başlamalıyız?” sorusuna ciddi şekilde düşünerek yanıt bulmanın yakıcı önemini ortaya koymaktadır. Konunun kapsamını göz önüne alarak bu noktaları konsantre maddeler halinde açıklamayı yararlı buluyorum:

  1. En başta parlamenter çalışmanın bir taktik alan olduğu ve legalitenin bir anlamda istismar alanını oluşturduğunu bilmeliyiz. TİP gibi siyasi yapılar varlıklarını bu alan üzerinden inşa etseler de anti-kapitalist kopuşu hedefleyen bir devrimci özne için bu alanın yeri bellidir. Bu noktada yaşanan ideolojik bulanıklık farklı eğilimlere 14 Mayıs’ta “Faşizmi yıkacağız” ya da “milletvekili sayımız artarsa daha neler yapabiliriz” sözlerini söyletir. Faşizm AKP’yle özdeşleştirilir ve bu “faşizm” bir seçimle yıkılabilir. Bu tutum bir olağanüstü devlet biçimi olarak faşizmin, faşizm ve finans kapital ilişkisinin kısaca faşizm olgusunun gerçek manada anlaşılmadığını, kavranmadığını çıplak bir şekilde ortaya koyar.
  2. Devrimci hareketin kendini başta sınıfın, tüm ezilenlerin, yoksulların içinde konumlandırmadığı ve kendi varlığını sınıfın içinde inşa etmediği koşullarda sınıflar mücadelesinin dışında kalması ve marjinalleşmesi kaçınılmazdır. Bu noktada sistemin konfor alanı da olabilecek parlamenter alan “parlatılan” bir mücadele alanı olarak ortaya çıkar. Tek manalı çalışma bu alan görülür. Devrimci hareketin ağırlıktaki tercihi bugün bu yöndedir. Asıl görev olan alt sınıflarla uzun soluklu, yılları kapsayan, dirayetli, biriktiren ve kitle öfkesinin açığa çıkaran ve bu öfkenin parçası olan çalışmaların yapılmaması yıkımı koşullar. Bu durum yoksul yığınların manipülasyonu ve faşizmin kitle tabanını oluşturması kolaylaşır. Sınıf kimliği aşınır, kültür ve kimlik politikalarının alt sınıflar üzerindeki etkisi artar. Seçim sonuçlarının ortaya koyduğu vahim tablo budur. Devrimci hareketin kitlelerle sahici ve organik ilişki kuramaması yığınları çözer ve yıkar. Bugün yaşanan iki taraflı bir süreçtir. Geniş yığınlar hızla faşizmin etki alanında yer alıp, aktif, arzulayan bir şekilde faşizmi tercih ederek ve mana dünyasını buradan kurarken, devrimci hareket de kitlelerle bağını koparıp, yaşam kaynağını kaybederek tarihinin ideolojik, örgütsel ve pratik olarak en büyük çözülüş dönemini yaşamaktadır. Seçim süreci bu vurgularımızı daha da netleştirmiş oldu.
  3. Bu noktada Kürt ulusal hareketinin çok yönlü ve çok boyutlu mücadele gerçekleştirebilme kabiliyeti ve kapasitesi ve yığınlarla kurduğu temas ve hareketin halklaşma dinamikleri öğreticidir. Ayrıca HDP’de somutlanan (öncülleri dahil) parlamenter mücadele deneyimleri büyük birikimlerdir. Taktik zenginliğin gücünü gösterir. En zor koşullarda ve son seçimlerde gösterdiği performans (beklenen sonuç olmamasına karşın) yüksek bir kapasiteyi, politik esnekliği ortaya koymaktadır. Hareket acıtıcı olmasına karşın hem sosyalist kesimlerden, hem de sosyal demokrasiden gördüğü bir dizi “Türklük Sözleşmesi” pratiği ve tutumuna rağmen bunları yapabilmektedir.
  4. Türkiye kapitalizmi, kapitalist entegrasyonun sonucu ve uluslararası iş bölümüne uygun olarak küresel tedarik zincirinin önemli halkalarından biridir. Bu süreç sonunda Anadolu kentleri ve Kürt illeri özellikle son 25 yılda hızla küresel fabrikanın bir parçasına dönüşmüş ve proleter kentler haline gelmiştir. Aynı süreç yoğun ve yaygın bir proleterleşme ve mülksüzleşme süreci olarak yaşanmıştır. Bu sürecin bir boyutu Kürt illerinde ulusal çelişkinin yanında sınıfsal çelişkinin keskinleşmesini beraberinde getirirken, AKP ve MHP’nin oy deposu olan başta İç Anadolu Bölgesi ve Karadeniz kentlerini de proleter havzalara çevirmektedir. İşsiz yığınların da proletaryanın organik parçası olduğunun altını çizersek karşımızdaki tablo daha da netleşir. Yani bu havzalarda kültür ve kimlik politikalarının aşınmasını, etkisizleşmesini sağlayacak nesnel zeminler vardır. Yine bu coğrafyalarda son yıllarda gerçekleşen işçi direnişleri dikkat çekicidir ve sınıf mücadelesinin ritmini göstermektedir. Aslolan Kürt illeri dahil, bütün Batı yakasında sınıf eksenli, sınıfsal ihtiyaçlara uygun, sabırlı, sebatkar taban örgütlenmelerine dayanan ve sınıfın kolektif inisiyatifini açığa çıkaran çalışmaların yürütülmesidir. Bu çalışma bir yandan gerçek manada işçilerin birliğini ve halkların kardeşliğini hayatın, mücadelenin içinde yaratırken diğer taraftan faşizme karşı militan bir kitle hareketinin zeminlerini ortaya çıkaracaktır. Siyasal tarihte faşizm ya da olağanüstü devlet biçimleri hiçbir koşulda seçimle yıkılmamıştır. Ya II. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi Kızıl Ordu aracılığı veya uzun süreli direniş hareketiyle ya militan kitle hareketleri sonucu ya da maddi zeminlerini ortadan kaldıran, kapitalist entegrasyonun ihtiyaçlarına uygun sönümlenme süreciyle gerçekleşmiştir.
    Hiçbir moral bozukluğuna uğramadan hatta sıfırdan başlayabilme cesaretiyle yapılması gereken, Anadolu topraklarının her ilini ve Kürt kentlerini kapsayacak sınıf çalışmalarını esas alan faaliyetleri devrimcilerin önlerine koymalarıdır. Militan bir kitle hareketi ancak böyle inşa olur. Kadın özgürlük hareketi, ekolojik hareket, LGBTİQ+, farklı inanç hareketleri ve hayvan özgürlük hareketi gibi farklı anti-kapitalist alanların enerjisinin birleşimi de bir sosyal anafor yaratacak sınıf çalışmasıyla mümkün olabilir. Sınıf çalışması bu alanlardaki çalışmaların ihmal edilmesi değil, tam tersine bu çalışmaların yaratıcı ve militan bir kitle hareketine dönüşmesinin ve enternasyonal bir içerik kazanmasının garantisidir. Bu çalışma aynı zamanda şovenizme ve sosyal şovenizme karşı da sahici ve kalıcı ve kökleşen bir mücadeledir.
  5. Böylesi bir faaliyet neoliberal hegemonyayı ve onun özgün biçimlenişlerini veya siyasal İslam’ın yarattığı hegemonyayı kıran başta işçi sınıfı olmak üzere kitleleri özneleştiren karşı hegemonya pratiklerinin önünü açar. Belki o zaman parlamenter başarılar bir mana ifade eder. Seçimler sonucu ortaya çıkan tablonun belki de en büyük yararı bu ihtiyacın yakıcılığının hissedilmesi olabilir. Onun dışında büyük beklentiler ve hayallerle iktidara taşınacak olan, yine neoliberal politikaları belki daha rafine hayata geçirecek; kurallı kapitalizme dikkat edecek, yine finans kapitalin kar açlığına hizmetle mükellef bir restorasyon süreci ve sürece yayılmış, daha yavaş hissedilen büyük hayal kırıklıkları ve demoralizasyon anlamına gelecekti. Kitleleri bu ruh halinin dışına çıkaracak tek şey hiçbir mikro çalışmayı küçümsemeden sahici ve organik ilişkiler ve örgütlenmeler üzerine kafa yormak ve o yönde adımlar atmaktır. Yine farklı taban örgütlenmeleri ve kitle aktivite komiteleri önümüzdeki dönemin vazgeçilmez araçlarıdır. Bu araçlar sınıf mücadelesinin farklı moment ve ritimlerinde farklı işlevler yüklenebilirler. Deprem ve seçim süreçleri bize bunun birçok örneğini sundu. Kısacası bize düşen, seçim ve yenilgi atmosferinden hızla çıkıp asli işlerimize bakmak, kitlelerin içine kök salan, kitlelerle sahici ilişkiler kuran ve kitlelerle bütünleşen çalışmalara dönmektir. Manamız da zaten burada köklenir.
  6. Son yıllarda ortaya çıkan deneyimlerde dikkat çeken bir yön üzerine de düşünmekte yarar görüyorum. Özellikle 2008 sonrası pratiklerin, kitle hareketlerinin ağırlıkta spontan başladığı ve bir müddet sonra hızla geri çekilip, sönümlendiğini görüyoruz. Arap Ayaklanmaları önemli bir örnek olarak görülebilir. Eylemlerin örgütlenmesinde yeni teknolojilerin, sosyal medyanın rolü olduğu aşikar. Hatta sosyal medya bir aktivizm alanı gibi kullanılabiliyor. Bu yönelim üzerinde durmak gerekiyor. Kitle hareketlerinin hızlı sönümlenmesinin gerisinde bir yandan da insanlarla sahici, onlara dokunan, ruhlarıyla ortaklaşan, dertleriyle hem hal olan ilişkilerin kurulmaması yatıyor. Bu noktada tam tersi bir örneği Kürt halkı ve siyasal özne arasındaki ilişki ve sahicilik üzerinden tanımlayabiliriz. Kürt halkını, dünyanın en politik halkları arasında sayabiliriz. Mücadeledeki uzun solukluluk, kitlesellik, mana ve anlam dünyası, kararlılık ve cüret ancak kurulan ve kendini sürekli üreten sahici ilişkilerle mümkündür. Sahici, kalıcı, ısrarlı ilişkiler yerine konjonktürel, sosyal medya ağırlıklı ve bu eksende yürütülen işler ve sürdürülen muhalefet asıl faaliyet gibi ele alınıyor. Tabii ki bu tutum sosyalistler açısından bugünün değil uzun dönemden beri yapılagelen bir politik yaklaşımın ürünü. Hatta politika, meclis kürsülerinde yürütülen bir iki atraksiyon ve sosyal medya “aktivistliği” üzerinden yapılıyor desek abartı olmaz.

Doğal olarak böylesi yaklaşımların kaçınılmaz sonucu Türkiye gerçekliğinin unutulması ve görülmemesidir. Seçimler bunu bir kez daha sarsıcı bir şekilde gösterince yine sosyal medyadan pompalanan büyük umutlar yerini hızla moral bozukluğu ve yenilgi haline bıraktı. Bu hal tüm burjuva muhalefet partileri ve sosyalistler dahil kitlelerde hissedilmektedir. Bu noktada “Mahalledeki AKP”nin kitlelerle kurduğu ve istikrarlı bir şekilde yürüttüğü sahici ilişkilerin (içeriği, biçimi ayrı bir tartışma konusudur) önemli  ve sonuç alıcı olduğu deprem ve ekonomik kriz koşullarının negatif etkisine rağmen görüldü. Seçim sonuçları bunun en çarpıcı örneğidir.

Bir rüyayı gerçekleştirmek

ABD’de 1963 yılında Martin Luther King, Washington’da Lincoln Anıtı önünde yüzbinlerce kişiye “Bir Rüyam Var” diye seslenir. Bu kitlesel buluşma ABD’de Sivil Halklar Hareketi’nin ırkçılığa karşı gerçekleştiği  görkemli ve ikonik eylemlerden biridir. Ama bu eylemin arkasında gösteriye katılan herkesle uzun yılları kapsayan, meşakkatle yürütülen, uzun soluklu çalışmaların, yüzyüze konuşmaların, temasların, toplantıların, dağıtılan bildirilerin ve ajitasyonun yanında sayısız eylem ve direnişin birikimi vardır. ABD tarihine damgasını vuran bu eylem uzun yılları kapsayan sahici ve biriktiren bir çalışmanın ürünüdür. İşte böylesi bir çalışmanın sonucu olarak nihayet yüzbinlerce siyahi varlığını somut olarak ortaya koyar ve ırkçılığa karşı kolektif öfkesini gösterir. O insanlar, o günden önce ve o günden sonra da rüyalarının peşinde mücadeleye devam ederler.

 “Herşeyin güzel olması” ya da momentin kırılması meşakkatli, bedel ve sabır isteyen ve insanlarla organik hatta birebir ilişkiler kurulmasını zaruri kılan, geleceğin ancak böyle kazanabileceğini bilen bir politik tarzın inşasıyla mümkündür.

Unutulmasın faşizm korkuyu ve umutsuzluğu örgütler. Cesaretle yeniden başlamak, umudu ayaklandırmak ve örgütlemek devrimcilerin görevidir. Herşeye rağmen ve herşeye karşın umudu örgütlemek ve maddi bir güç haline getirmek zorundayız.


Volkan Yaraşır – Umut-Sen – 16.05.2023

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑