Makaleler

Published on Nisan 23rd, 2023

0

Selo’lu bir pazar sohbeti! | İ. Metin Ayçiçek


Bazı sorular vardır, yanıtları kesindir, bazıları birden fazla yanıt içerir, bazıları her tür yorumla doğrulanabilen genişliktedir ve yanıt arayan bir sorudan çok, onay arayan bir yönlendirme niteliğindedir…

Daha önce de söylemiştim, Demirtaş yine zekâsını müthiş sergiledi ve çok basit sorular sorarak nabız yokladı. TV yarışma programlarında sorulsa “yuhh bee, böyle de soru olur mu, resmen yarışmacı lehine şike yapılıyor” diye yorumlanacak basitlikte bir soruyu attı ortaya. “En büyük hırsız kim?” 

Ve yakın tarihte yaşanan bir depremde yüz bine yakın vatandaşını kaybettiği, 17 ilgili bürokratın imzasıyla “depreme dayanıklıdır” diye rapor almış olan çok katlı binaların kumdan kuleler gibi eridiği; koskoca bir bölgenin yerle bir olduğu; milletin sülalesine sinkaflı küfreden inşaat firmalarının reklamlarında yer alan diplomasız Reis’in 3. kez utanmadan cumhurbaşkanı adayı olarak sahnede boy gösterebildiği; “özgürlük-eşitlikadalet” iddiasıyla ortaya atılan “Millet İttifakı”nın güya “sosyal-demokrat” liderinin, rakipleri olan Cumhur iktidarının cüce ortağının rolünü çalıp, “en gerçek Bozkurt biziz” reklamını yaparak ırkçı ulusçuluktan nemalanmayı isteyebildiği bir politik ortamda gerçekten zor bir soru: “En büyük hırsız kim?” 

Sağ mı sol mu diye ayrım yapmak da, hangisi daha çok özgürlükçü diye ayrım yapabilmek de mümkün değil. Elbette programlarıyla iktidar da muhalefet de, her ikisi de sağ ittifak.

Sömürgecilik konusunda demokrasi uygulamasıyla kendini aşamamış korkak bir partiden (tarihin de kanıtladığı gibi), tutarlı bir demokrat olması beklenemez elbette. Yirmi yıldır iktidara can simidi olabilmiş, iktidarın “kadirşinas” muhalefeti.

Ama ülke sorunlarının çözümü konusunda iktidarın da muhalefetin de samimi olduğunu biliyoruz. Kesinlikle: En azından aç bir kurdun körpe bir kuzu önünde “seni seviyorum” demesi kadar içten konuşuyorlar her biri. Örneğin, Anayasa’ya aykırı olduğunu bildikleri halde “bir parlamenterin özgürce konuşulabilmesi için olmazsa olmaz bir koşul olan dokunulmazlıkların kaldırılması” oylamasında iktidarla birlikte “evet” oyu vererek, sadece demokrasinin ve özgürlüklerin değil ama aynı zamanda kendi kuyusunu da kazan demokrat bir parti, öyle mi?

HDP gibi bir demokrasi anıtının yanında olmasından vazgeçtik, yakınında bile görünmemek için “çarşaf giyerek kaçan” bir millet ve cumhuriyet aşığı? Ya da Suriye’de savaş çıkartıp onca insanı gömdükten sonra, sanki “orası tamam, bir de burasını deneyelim” dercesine ortaya çıkan “stratejik derinlik” uzmanı bir bilge katil! Büyük çoğunluğu AKP ile fingirdeşmiş, sonra kopmuş ya da koparılmış AKP +MHP artıkları. 

“Kasabın bıçağını yalamak” deyiminin başka bir örneği var mıdır?  

Şimdi Demirtaş’ın sorusunu yanıtlıyorum: “En büyük hırsız kim?” 

***

Aziz Nesin, Kenan Evren Anayasasına % 92 “evet” oyu veren Türk halkı için ne demişti?  “Ne demişti?” diye sormayın, yazdık ya, okusaydınız dostlarım! Tamam, yine ben söyleyeyim: “Aptal” demişti. O, dört dörtlük bir demokrasi ve özgürlük hayranı idi. Halkının acınası haline dayanamayıp, yüreği yansa da öfkesini bastırdı, üçte bir azaltarak açıkladı gerçeği: % 60. 

Hani, bu ülkede, halkı için canını vermekten kaçınmayan binlerce devrimci katledildi, onlarcası asıldı, yüz binlercesi işkence gördü, mahpus yattı ya… Hani sonrasında, günümüze kadar gün yüzü görmedi ve hep kasabının bıçağını yalamaya devam etti ya… Hani hırsıza çaldırmasa da resmen ve alenen kendi umutlarını doldurup hırsızın torbasına, kendi elleriyle verdi ya geleceğini diplomasız hırsıza… 

Ve kendi kirliliğinde boğulurken, altta kalmasına rıza gösterdiği Kürt’ün, Rum’un, Asuri-Süryani-Keldani halkının, Ermeni’nin, Laz’ın, Çerkes’in, Alevi ya da Ezidi’nin, Hristiyan ya da Musevi’nin, komünistin ve en önemlisi o müthiş yaratıcı güç olan kadın özgürlüklerinin üzerine basılmasına izin vererek sahip olduğu bütün insani değerlerin çalınmasına göz yuman “milletimiz” midir en büyük hırsız acaba?  Buna rağmen, “kendi umutlarını kendi yok eden bir halk çok da derdim değil” diyemiyorum. Ben de Aziz Nesin gibi, yakılmayı göze alıp gerçeği haykırmaktan yanayım. Nazım Hikmet kandırdı beni biraz da: “Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak… Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diyerek açıkça kışkırttı. 

İyi de oldu gerçi… Hiç olmazsa insan için ağlayabiliyor ve böylece insan olduğunu anlayabiliyor. 

***

Aslında sizi şaşırtan bir yanıt olacak ama ben yine de “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip” demeyeceğim. Şimdi birileri, “ama cumhurbaşkanı olmak için üniversite diplomasına sahip olma şartı olan bu ülkede, yani iki kez seksen milyon insanı kandırarak iki dönem diplomasız olarak cumhurbaşkanı olabilmiş bir hırsız varken; yani bir ülke halkının kendisini yönetecek başkanı seçme hakkını çalmış, kullanmış ve kullanmakta iken, üçüncü kez aynı hak için başvurmuş bir hırsızdan daha büyük bir hırsızlık olayı düşünülebilir mi? 

Ama aklım karıştı şimdi… Bir hırsızı sessiz sedasız kabul edebilen bir muhalefet de, bir meclis de, bir yargı da, ve daha kötüsü böylesi bir hırsızlık olayını “hasbel kader” olarak kabul etmiş bir halk da suça ortak olmuş sayılmaz mı?

Ah Selo, ah değerli dostum… Ne biçim soru bu, neredeyse hepimizi kapsayacak artık! 

Hırsızlık “çalmak” eyleminin sonucu olarak ortaya çıkan bir fiil olduğuna göre, en büyük hırsız olma ihtimali seni de kapsar. Çünkü sen de çok iyi çalıyorsun sazı! Üstelik insanların Cumhurbaşkanı adayı olarak önlerine tehditle, sopayla, küfürle, yalanla çıkmak yerine binlerce yıldır yapılanın aksine, bu coğrafya da yaşayan bütün halkları kucaklayıp, ilk olanı yapan, halkının kültürüyle halkına ulaşan ilk çalan sen oldun. Halklar seni hakaret eden, küfreden, böğüren, höyküren, parmak sallayan geri zekalı mevcut iktidar liderlerinden ayırıp, kendinden biri olarak gördü. 

Tamam, yanlış anladım, saz çalmak, “Yalanların Efendisi ve Yaşlı Bunak” ittifakının dilindeki çalmak fiiliyle bağdaşmıyor. İlginç değil mi, dünyanın en güzel eylemlerinden biri olan “bir müzik aletini çalmak, kullanabilmek” ile günümüz iktidarının her gün yüz kez gerçekleştirdiği ahlaki bir sorun olan “çalmak eylemi” aynı sözcükte buluşmuş !!! 

Selo bir soru attı ortaya, yine kafamızı karıştırdı. Oysa biz her seçimde böyle zor soruları düşünmeye alışık değiliz. Yine de inat, bulacağım onun sorusunun anlamını. 

***

Ben yine de hayatta tanıdığım en büyük zeka özürlüye, Ümit Özdağ’ döneyim. 

Ümit Özdağ’ı tanıyorsunuzdur elbette. Kıskandığım birisi. Beni sıkça şaşkınlığa uğratan bir yüce adam. Kıskanıyorum, çünkü beyninin olduğunu anlayabileceğim tek bir sinyali görememişken, bu kadar beyinsiz bir insanın akademik kariyere sahip olmasını anlayamıyorum bir türlü.

İlkel adam sokak röportajında rastladığı bir genç kadına “oyunu nereye vereceğini” soruyor ve genç kadın, kendisine çok yakışan bir gülümsemeyle ve cesurca veriyor yanıtını: “HDP”ye!

Akademik kariyeri olan Bülent Özdağ’dan yanıt: “HDP’mi diyorsun, halbuki sen hiç katile benzemiyorsun! … HDP’nin içinde çok katil var!” 

Burası Türkiye! Tayyip’in iradesi altında oluşturulan en yüksek mahkemelerin de, üstelik düşman gibi gördükleri HDP’yi “yasal bir parti” olarak onaylamasına rağmen üç kuruşluk bir beyin bu sözü edebiliyor. O kadar güvenlik koruması yanında tabi ki bu sözü söyleme gücü bulabilir.

Bozuk bir saat de bir günde iki kez doğruyu gösterebildiğine göre, bozuk bir ahlak ya da bozuk bir karakter ya da bozuk bir düşünce sistemi de bir günde olmasa da örneğin bir ayda ya da bir yılda bir kez doğru söyleyebilir. Evet, Özdağ haklıydı: O genç, hiç de katile benzemiyordu. Cesurdu ve yüreğiyle konuşuyordu. Oysa, fiyakası bozulmasın diye her gün kesinlikle birkaç kez aynaya bakan Özdağ, aynadan nefret dolu iki gözü göre göre katillerin neye benzediğini “ayakkabı numarasına kadar” olmasa da “kaşlarındaki kıl sayısına kadar” bilir. 

Demirtaş’ın sorusunu yanıtlayamadığımı itiraf etmek yerine, okurları biraz daha oyalayayım, belki yanıtını bulabilirim. 

Bu arada aklıma gelmişken sorayım. Çatısı altında yıllarca çalıştığı siyasi ortaklarının üstelik akademi alanından da tanıdığı Sinan Ateş’i kim öldürdü acaba? İçinde yıllarca hizmet gördükten sonra örgüt içi rekabette yenilip, ruhunu da satan bu adam, bir akademisyen olarak da Sinan Ateş olayını çözmek için kılını kıpırdatmadı. Dün olduğu gibi bugün de katile yardım ve yataklık yapıyor. 

Kaldı ki o “katile benzemeyen” genç kadın, kesinlikle sokakta herhangi bir köpek gördüğünde de o insani gülümsemeyle yaklaşır bir canlıya. Özdağ ise böylesi yürekten gülümsemelere alışık değildir: höykürmek, nara atmak, böğürmek ve en önemlisi iftiraya dayanarak haklılığını kanıtlamaya çalışmak … 

Yazık, gülümsemeyi, gülmeyi unutan bir beyin en temel insani yeteneğini kaybetmiş değil midir? 

***

“En büyük hırsız kim?” 

Demirtaş zeki bir insandır, bu kadar basit sorular sormaz! Herkesin bildiği şeyi ciddi bir soruymuş gibi sormak, insan aklıyla dalga geçmek gibi bir şey olurdu. Herkesin bu soruya “Tayyip ve şürekası” diyeceğini bilir. Pöf… Bunu çocuklar bile bilir. 

Demirtaş insana ve aklına değer verir, dalga geçmez, aşağılamaz, küfretmez, tayyipleşmez, sazdan başka bir şey çalmaz, çalamaz. Özdağ’ın tahrikleri ise Kürtleri güldürmekten başka bir işe yaramaz. Onun ayarı olsa olsa bir soysuzdur. 

Demirtaş’a soruyorum, hangi hırsızlık türünü soruyorsun? “Büyük” derken neyi kastediyorsun? Örneğin, kendi boylarından “birkaç kat büyük çöp kutularını” soyan “çocuk” hırsızları, Da Vinci’nin Altın Oran terazisinde tartarak, yaptıkları hırsızlığın büyüklüğünü görmek mümkündür. Ama örneğin halkın cebinden çalınan küçük küçük miktarlar vergi mükelleflerinin sayısıyla çarpılınca ortaya çıkan devasa miktarı mı baz alacağız “büyük” kavramını tanımlarken? Ya da Marks’ın sözünü biraz değiştirip günümüz AKP’li zamana uygularsak: “Kulübede oturan kulübe kadar, sarayda oturan saray kadar çalar” mı demek gerekir. Ayrıca bireysel hırsızlık mı bilelim ki gecekonduları kontrol altına alalım, Saraylarda yaşayan hırsızları bulmak daha zor. Çünkü ülkemizde saray korumalı uluslararası pudra şekeri satışı, kumar değil elbette ama paralı oyun şirketleri vb. bir hırsızlık alanı değil, turizm sektörünün bir parçasıdır. 

Bazı sorular vardır, yanıtları kesindir, bazıları birden fazla yanıt içerir, bazıları her tür yorumla doğrulanabilen genişliktedir ve yanıt arayan bir sorudan çok, onay arayan bir yönlendirme niteliğindedir. 

Aslında benim aklıma gelen birkaç isim var, ama en büyüğünün hangisi olduğunu tam bilmiyorum doğrusu. Örneğin ben 11-12 yaşlarındayken, kasabamızın bakkalı Tahir amcadan evimiz için alışveriş yaparken, Tahir amcanın sırtı bana dönük çalıştığı bir anı fırsat bilip, hemen kapının önünde koca bir torba içinde duran kuru incirden avucumun içine ne kadar sığdırabildiysem bir hamlede alıp cebime attığımı hatırlıyorum. Sonrası iyi olmadı. Okula gitmek için her gün Tahir amcanın dükkânı önünden geçmek zorundaydım. Her gün oradan geçerken Tahir amcanın beni durdurup “hırsız” diyeceğinden korkarak geçtim dükkanının önünden. Ta ki, kasabamda Lise olmadığı için Kütahya’da liseyi okurken, bir tatil döneminde geldiğimde olayı Tahir amcaya itiraf edip, adamı güldürene kadar sürdü bu azap. 

Ama sanırım “yaştan avantaj sağlasam da, beş kuru incir boyunda bir olay beni “en büyük hırsız” tanımına yaklaştıramaz. Hani… Çuvallı sırtlayıp götürseydim ya da günümüzde “Devlet” dersinde pratiğiyle birlikte öğrendiğimiz biçimde, başına “çöküp” toptan kaldırsaydım… Belki… Yine de Demirtaş’ın sorusu kafama çok takıldı. 

Önemli bir soru, gerçekten “dünyanın en büyük hırsızı kimdir” acaba? 

*** 

Araştırmaya devam edecektim ama vazgeçtim. Antik çağın savaşçı devletlerinden biri olan Sparta’da hırsızlık değil, hırsızlıktan ‘yakalanma’ cezalandırılırmış. Sparta döneminin ortalarından itibaren artık özel mülkiyetin toplumda tek mülkiyet biçimi olarak tamamen yerleşmesi nedeniyle, bir eylem olarak mülkiyetin korunması anlamında “suç” sayılmıştır. 

Günümüz AKP Çağı’nda ise, hırsızlık konusundaki süreçlerin bütününü devlet kontrolü altına alarak, Özal’dan beri sürdürülmekte olan teknikleri birkaç kat daha geliştirerek, “hırsızlık” adı verilen gelir kaynaklarının bütünü devletleştirilmiştir. Artık gururla söyleyebiliriz ki, ülkemiz bir çağ atlamış oldu: Artık ülkemiz, çağ atlayarak “hırsızı yakalamak” adıyla sürdürülen “Modern Devlet Projesi”ni uygulamaya başladı: Sultanımızın buyruğuyla artık hırsızlık her insanın yaşamsal meşru hakkı sayılarak, hırsızlığı ihbar edenler cezalandırılacaktır.  “Olur mu böyle şey?” diyerek “hırsızı ve hırsızlığı yermek, ayıplamak, suçlamak, hırsızları ihbar etmek gibi gerici davranışların bütünü yeni Anayasa’mız çerçevesinde suçtur! 

“Hangi yeni Anayasa?” diye itiraz etmek ise “cehaletin kanıtı” olarak, cehalete karşı savaş açmış olan devletimizin sert uygulamalarıyla devletimizin bekası korunacaktır. 

***

Bugün ülkemizde de, başta Saray haramileri olmak üzere, çevresindeki şürekayla birlikte Demirtaş’ın sorduğu soru zemininde kim daha yetenekli hırsızdır hırsızlıkta yakalananlar da değil, sadece yakalatanlar cezalandırılıyorlar. 

Türkiye’de hırsızlık” konusu pek de ilgi çeken bir konu olmadığı için, okuyucuyu konuya çekebilmek için şaklabanlık yapıyorum, ama yine de işimin zor olduğunu biliyorum. Bizim ülkemiz ulusal ekonominin kalkınması için her dönemde hırsızlığı hayırlı bir iş için kullanmıştır. Örneğin Demirel’in kalkınma idealinin tipik örneği hayali ihracatın en büyük sihirbazı, yeğeni Yahya Demirel değil miydi? Sahi, halkımızın içinden biri olan “Çoban Sülü” öldüğünde serveti ne kadardı, biliyor musunuz? 

Peki şortlu-tişortlu ordu komutanı sıradan memur Turgut Özal’ın serveti? Tansu Çiller başbakan ve kadın olduğu için onun adına kocası uğraşıyordu bu gibi mali işlerle. Ama hırsızlık demeyelim buna da, sonuçta devlet hizmeti yapıyorlardı hepsi. Bal tutanın parmak yalaması ise çoktan beri kültürümüzün önemli bir parçası haline getirilmişti zaten. 

Herkesin ortak düşüncesidir, biliyorum: Mehmet Ağar tam bir şerefsizdi ama “devletin bekaası”  adına yapıyordu bütün bunları. Eroin ticaretinin bütününü kendi kontrolü altına alarak ve satıştan elde edilen para da Müslümanlar için “haram” sayıldığından dolayı, eroinden kazandığı devletin helal parası ile karıştırmamak için kendini yaktı adam: Eroinin üstüne yatıp                   fitili ateşledi. Böylece katliamlarıyla ünlü Türk devletinin iç işleri bakanı Ağar, devletin bekaası için kendini feda ederek namusunu sattı ve böylece en azından çocuğuna vereceği ahlak derslerinin de alt yapısını oluşturdu. 

Ama namussuzlukta babasına layık bir evlat olmasına rağmen profesyonel mesleği cinsel tecavüz ve kadın cinayeti olduğu için, ne yazık ki hırsızlığı konu yaptığımız bu yazının da, insan tanımının da dışında tutulacaktır. Zaten babası tek başına konuyu doldurma başarısına sahiptir. Bunu aile boyu kullanabilirler. 

Dedim ya, Demirtaş’ın sorusu kafamı karıştırdı. Yanıtını mutlaka bulmam gerekiyordu. Araştırdıkça ulusal gururumu rahatsız eden bir şeyler çıkıyordu ortaya. Sanki birinciliği kaybedecekmişiz gibi bir korku bu… Gerçekten, kâbus gibi bir milli hastalık… 

Örneğin Fransız Albert Spaggiari. Uzun zaman ekibiyle birlikte titizlikle hazırladığı müthiş bir planla 16 Temmuz 1976 günü tünel kazarak Societe Generale Banka’sının kasa odasına girdi. Buradaki 400 kasayı boşalttı ve içindeki 60 milyon Frank’a el koydu. Spaggiari bankadan ayrılırken, duvara büyük harflerle şöyle yazdı: “Sans armes, ni haine, ni violance!” (“Silah yoksa, nefret de yok, şiddet de yok!” ) (Hazreti Google.) 

***

“Tamam, Demirtaş’ın sorusuna bir yanıt bulduuum” derken eşitim-eşyoldaşım Sevinç şaşkınlıkla itiraz etti: “Dur bağırma avaz avaz // Neyi buldun a yaramaz!” Ve devam etti: “Böbürlenme be hey Albert / Senden büyük Tayyip var!” Zaten bu Albert çok da önemli olsaydı Google onu “Dünyanın en ünlü 10 hırsızı listesinde 5. sıraya koymazdı.

Hep söylerim de bir türlü bu Türkleri anlatamam insanlara. Alçak gönüllülükte hiçbir ulus

Türkler kadar olamaz. Onlar, herhangi bir devlet görevindeki üstün başarı madalyalarını göstermekten bile utanırlar. Örneğin 1992-94 arası iki, bilemedin üç-dört yıllık bir zaman içerisinde gerçekleştirin faili meçhul cinayet sayısı, doğrudan TBMM İnsan Hakları Komisyonu Raporu’nda verilen 17.500 sayısı ile elbette bir rekor olarak tanımlanabilmelidir. Ama bu rekorla hava atmazlar. Çünkü bu alanda kendi rekorlarını sadece kendileri egale edebilirler. İşte, Türk devletinin genetik bir özelliği daha. 

Neyse, konuyu saptırmadan yeniden Demirtaş’ın sorusuna gelelim: 6 harfi bir yanıt! Ulus kimliği belli değil. Karakter tanımı: “Fırıldak”. Ama soru “Dünyanın en büyük hırsızı kimdir?”  Ahh tarih, gözün kör olsun, hiç mi unutmazsın sen? 

Hani şu dört bakan ve bakan çocukları sabaha kadar kasaları boşaltmak için yoruldular ya, üstelik zaten rekor bizdeyken… Hani şu kalfa vardı ya şebekenin başında, çıraklıktan henüz terfi etmişti… Radyolar sabah keyfi yaşatırken “amman Bilal oğlan” türküsüne parmak şıklatırken sabahın seherinde halkımız! Hani pelikanlar henüz suskunken ibibikler ötüyordu ya… 

Hani, babasını bile yoracak bir zekâ performansıyla “hııı… hııı… öteki kasayı da mı boşaltayım babaa?” diye aptal aptal konuşurken belki de dünyanın rekorunu kırmanın heyecanını yaşıyordu garibim! 

Selo kardeşim, benim iddiam bu! 


İ. Metin Ayçiçek – 23.04.2023

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑