Makaleler

Published on Mart 11th, 2023

0

Kıssadan hisse, endüstriyel futbol ve unuttuklarımız! | Erdal Boyoğlu


Adı: Spor 
Oyunun adı: Futbol 
Kıssadan Hisse, Endüstriyel Futbol ve Unuttuklarımız! 

Amedspor Bursaspor  maçında ortaya çıkan tablo da bir kez daha gösteriyor ki, devletin elide koluda uzun. Tezgahlanan oyun futbol üzerinden oynanan bir oyun. Futbol üzerine  yaptığım bu çalışmayı paylaşmak istiyorum 

Hatırlarsak AKP’li İçişleri Bakanlığı spor müsabakalarında ideolijik ve siyasal propaganda yapanlar hakkında yasal işlemlerin yapılmasına ilişkin bir genelge yayınladı. 

 Ancak  bu genelge bir çifte standart kokuyor. Spor ve spor federasyonları AKP’nin elinde. Dolayısıyla iktidar partisine yakın olmayan hiç kimsenin spor federasyonları yönetimine girmesi söz konusu değil.  Spor’da her şey iktidar güçlerine serbest, diğerlerine yasak. Spor federasyonları seçimleri mevcut iktidarların insiyatifinde  hazırlanıp yapılmaktadır.  

En fazla bütçe ödeneği iktidara en yakın federasyonlara tahsis ediliyor. Federasyonların neredeyse tüm faliyetleri hizmet ihalesi olarak özel firmalara yaptırılıyor. Kamu kaynağı kullandırılan spor federasyonlarına sınavsız eleman alınıyor. Bu elemanlar iktidar da etkin  kişilerin onayından geçiyor. Dolayısıyla spora siyaset bulaştıranlar cezalandırılır . tabi ki muhalefet olanlar için geçerlidir, yasal işlemler. 

Muhalefete sadece siyaset değil, spor bile yasak olur, iktidar yandaşlarına ise her şey serbest olur. 


Adı; Spor Oyunun adı: Futbool 

Futbolun sadece futbol olmadığı, yirmi iki kişinin tek topun peşinde rakip kaleye ulaşmaya çalıştığı bir süreçten ibaret  olmayışı bakış açımızı çeşitlendirdiği gibi futbol üzerine tartışmaların farklı yönlere evrilmesini de beraberinde getirmiştir. 

Futbol;Büyük çoğunluğun, ırkın,dinin, dilin, cinsiyetin, mensubiyetin ekonomik anlamda katgıları olan ve çok iddialı bir spordur. 

Futbol;İnsanları fanatikleştiren, hırslandıran, kahreden, milli maçlarda millileştiren, topyekün varolduğumuz, uluslaştığımız, bütünleştiğimiz, ya da zivanadan çıkarılan duygularımız, takımlar arası zapedilmeyen linç girişimleri,karşı takımla kıyasıya oynanan çalımlar, ittirilen, çaktırmadan düşürülen, Centilmenliği(!) unutan, unuttuğumuz, unuttuklarımız. 

Futbol; kendinden geçmiş insanları nefrete ve şiddete yönlendiren afyon aracı olduğu unuttuklarımız. 

Futbol; spor karşılaşmalarında  her türlü ırkçı linç girişimleri unuttuklarımız. 

Futbol; Mafya , Devlet, Siyaset bağlantılı pankartların saha içine inmesi, unuttuklarımız. 

Futbol;  futbol sahasın da ‚ ırkçı siyasi sloganların atılması, derin devlet bağlantılı katillerin resimlerinin taşınması,  Ne mutlu türküm diyene‘ bağıranların kin ve nefretle ırkçı saldırıları, unuttuklarımız  

Futbol uğruna insanları öldürenler ya da futbol sahalarında ırkçı söylemlerle saldırganlaşanlar futbolun uyuşturucu yanını gösterdikleri halde, futbolun barış değil savaş tohumları ektikleri unuttuklarımız. 

Irkçılıkla tahammülsüzlüğü buluşturan ve bu amacıyla kullanılabildiği/kullanıldığı unuttuklarımız. 

Eğitimsiz ve boş işlerle uğraşmaya meraklı lümpenler arasında bu durum daha fazla önem kazanır. öyle ki, medya neyi dayarsa ona inanır, onunla yatıp kalkıyorlar.  

Türkiye’nin de dahil olduğu bazı ülkelere bu örnekler çokca vardır. Her maçta kafa göz yaranlar, küfürler savuranlar kişilik paradoksu değil,devlet ve medyanın “kitlesel uyuşturma” politikasının sonucu olduğu unuttuklarımız. 

Yasaklı-yasaksız demeden vatan için, zafere diye patlattılan silahlarla, yaşlı genç ve çocukların hayatını gümletip bilinmeze yollananlar unuttuklarımız…… 

 Hani canavar ruhumuz, durmak bilmeyen, sevincimiz, hani zaferimiz , başarımız, davulumuz- zurnamız, hani neyi kutladığımız’sa; İşte o futbol Ulusal gelir payında 2000 dolar bile olmayan insanların, kahvehanelerde maç seyrederken yaşadıklarını birazdan unutup ekmek parası derdine tekrar döneceği unuttuklarımız. 

Futbol; toplumdaki büyük bir çoğunluk için hayatın anlamı olacak kadar önem kazanmasının en büyük nedeni medya ve devletin desteğidir. Her ne kadar devlet ana, devlet baba denilse de, medya da halk üzerinde büyük etkiye sahiptir. Medyanın destek verdiği her şey halk arasında da rağbet görür. 

Eğer medya destek vermezse, spor dalları bile çoğunluk tarafından destek göremez. Uluslararası medyanın verdiği destek, Basketbolu gelişen diğer bir spor dalı yaptı. (Basketbol önemsenmeyen ve seyircisi olmayan bir spordu.) 

Milli Takım kampında ‘‘namaz kılanlar‘‘ ve ‘‘namaz kılmayanlar‘‘ olarak ikiye ayrılanlar unuttuklarımız.  

Antrenör Ünal Karaman, Hakan Şükür namazcıların başını çekiyordu. H.Şükür,camiye gitmeyi, ve oruç tutturmayı istiyor ve de diretiyor. Emre, Bülent, Ergün, Fatih, Arif ve İlhan  namazcılar, Tayfun ve Serhat, Yıldıray ise namaz kılmadıklarından dolayı kadro dışı bırakılıyorlar. Futbolcuların camiye gidip gitmemesini ve oruç tutturmayı konu olan günler unuttuklarımız.  

Tarikat mensubu futbolcular oruç tutmaktadır. Cennet’e gitmek için! Keşke biraz da insan olmayı deneseler. Keşke biraz da namuslu olmayı deneseler. 

Milli Diktatör Kenan Evren’in, birinci lig’de Ankara’dan takım yok diye Ankaragücü’nü Birinci lig’e çıkartması unuttuklarımız… Susurluk’ta çete bağlantılı Hüseyin Kocadağ için pankartla sahaya çıkan Fenerbahçe’li sporcuların saygı duruşunda bulundukları unuttuklarımız… 

Van Spor’lu futbolcular attıkları golden sonra Bozkurt selamı yaptıkları unuttuklarımız…  

Milli maçlardan sonra Kurt ulumaları, Tekbir-Allahu-ekber sesleri unuttuklarımız… 

Hakan Şükür’ün futbolcuları namaza teşvik ettiği unuttuklarımız. 

 Futbol üzerinden geliştirilen ırkçılığın ne anlam ifade ettikleri unuttuklarımız… 

 Maçlarda elde edilen trilyonlar, satılan bayraklar, tşörtler, atkılar vb unututklarımız… 

Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’na göre‘‘ küfür ediyorlar diyerek sahadan çıkıp gitmek profesenelliğe yakışmaz. Bunu mahalle aralarında misket oynayan çocuklar yapar. Profesyonel oyuncu öyle kelimeleri duymaz, oyununa bakar‘‘dedi, Trabzonspor oyuncusu Volkan Şen için. Diyarbekir BŞB  ise kulüp olarak Volkan Şen’e destek açıklaması yaptı. Oysa Volkan Şen’in sinirlerini yıpratan, onu hiç bir sözleşmeye imza, atmayı görmez hale getiren ruh hali ilk değildir, Zidane, Samuel Eto’o, Eboue, Eric Cantona gibi oyuncular, profesyonel futbol’un emirlerini çiğnemiş birer yıldız olarak hala havızalarda kalması unuttuklarımız.  

Futbolcuların kendi aralarında (ırkçılar ve ırkçı olmayanlar) taraf olma, baskıcı ve  ırkçı saldırıları görmemezlikten gelenler unuttuklarımız. 

‚‘Endüstriyel futbolun‘‘ beşiği olan İngiltere’de yakından tanıdığımız Emmenuel Eboue’nin uğradığı ırkçı saldırılar ve küfürler unuttuklarımız.  

Ne de olsa eğelenceye alınan biletin karşılığı küfürde olsa, saldırıda olsa profesyonelce boyun eğmek olmalıydı, kulüp başkanlarınca. 

Dudak uçurtan ücretlerin döndüğü futbol dünyasından transferlerin rakamları unuttuklarımız.  

Totenham Hotspur’un futbolcusu Gareth Bale, 100 milyon euro karşılığında 2013’de Real Madrid’e transfer oldu.  Real Madrid, bir önceki rekoru Manchester United’dan 94 milyon euro’ya aldıkları Cristiano Ronaldo olmuştu. Mesut Özil, Real Madrid’den Arsenal’a 50 milyon euro’ya transfer oldu. 

Real Madrid’in 2002 yılından beri transfere harcadığı para 1 milyar euro’dur. Klüp başkanı Santiago Bernabeu, futbolcu Bale’nin 100 milyonluk transferini açıklamaktan gurur duyduğu unuttuklarımız. 

UEAF Başkanı Michel Platini bir futbolcuya bu kadar para verilmemesi gerektiğini belirtiyor. Platini ‚‘L‘ Equipe‘ gazetesine verdiği demeçte,‘‘ Bugün futbolcular bazen bir kulübe bile ait olamıyorlar. Yatırım şirketlerinin, hatta spekülatörlerin malı oluyorlar. Bugün futbolcu transferlerde sadece araç olarak görülüyor. Çünkü bir sürü komisyon dönüyor.  

Özetle, futbolcu bir ürün haline geldi‘‘ dedikleri unuttuklarımız.  

Dolayısıyla futbol, bir topun peşinde koşan 22 futbolcunun 90 dakika bazen uzatmalarda bir topun peşinde koşarak, yatırım fonlarına ve  yatırım şirketlerine  kazanç sağladığı bir oyundur. 

Futbolun ırkçı yüzüne karşı, ‘‘ÇARŞI‘‘ da var. 

Futbol denince taraftarlık söz konusu olduğunda Çarşı’nın kendi içerisindeki yapılanmasından bahsetmemek de olmaz. Hele ki Gezi parkı sürecinde çarşı’nın cesur tavrıyla farkına vardıkları taraftarlık sadece taraftarlık değil, yeri geldiğinde insanı koruyan, şehrini koruyan, talana karşı çıkan, ırkçılığa karşı gelen, dayanışma içinde yaraları saran sürecin içinde olan bir Çarşı  karşımıza çıkıyor. Kimsenin kendini sağcı ya da solcu hissetmediği, bayrağını alıp gelse de aidiyetini bunun üzerinden kurmadığı bir Çarşı var karşımızda.Çarşı’ya bu denli sahip çıkılmış olması, futbolu bu açılardan da hissedenlerin varlığı gerçekten incelenmesi gereken bir konudur. 

Hele ki,  herşeye karşı oluşuyla,insana saygılı duruşuyla, muhalifliğiyle dikkat çeken Çarşı,Van’daki deprem mağdurları için atkılarını, kışlık giysilerini sahaya atıp soğuk gecede çıplak kalışlarıyla insan onurunu sergileyen,  spor tarihine damga vurmuş ‚‘bilinçli, namuslu, ve vicdani bir Çarşı grubu var karşımızda. Yaşamlarını çıkarcılığa endeksleyenler, her sözcüğü satılık olanlar ve aklını milliyetçilik ile bozmuşlar elbette Çarşı’ya kızgın olacaklar. Çünkü Çarşı bir aşktır, insanı sevmedir,farklılığa saygıdır. Ben Spor’un içinde, Çarşı’yı böyle değerlendiriyorum.  

Siyah ve beyaza gönül vermiş bir taraftar grubunun, ülke sorunlarına kafa yorması, haksızlıklara karşı tepki göstermesi, ırkçılığa karşı tavır koyması, kısacası bu bakış açısı egemenlerin ve ırkçıların  zoruna gidiyor.  

 Futbolun sosyal bilimler için sosyolojik bir çalışma, uzun süre araştırılacak bir alan gibi görülmemesi, taraftarlığın ise ‚bir grup sorunlu insan ‚ şeklinde görülmesi de ciddi  patalojik bir vakadır. 

Toplumun milliyetçi dinamiklerini de ele aldığımız da. Özellikle Osmanlı’dan Türkiye’ye uzanan süreçte futbolun milliyetçi ve elit bir zümre tarafından geliştirilmesi ile kulüplerin egemenlerin elinde olması Türkiye futbolunun bu gününe ‚ırkçı yönüne‘ bıraktığı mirası da ele almamız gerekmektedir. 

Yakın tarihimize futbol gözünden bakan bir kitap çıktı ‚‘‘Hükmen Yenik‘‘, 28 şubat döneminden şike meselelerine 1980-90 sonrası neo-liberal politikalarla şekillenen yeni Türkiye futbolunun nasıl bir etkileşime girdiğine dair ayrıntılı veriler sunarak tarihsel bir arka plan çıkartan bir kitap. Bu kitap, Futbolun ekonomik ve politik açıdan  analizini yaparken, futbolun kitleler  için nasıl bir  ifade biçimi olduğunun da altını çiziyor. Türkiye’de ve İngiltere’de futbolun ortaya çıkış sürecinden başlayıp gelişimini ve taraftarlığın  nasıl oluştuğunu gösteriyor. İncelenmesi gereken bir kitap. Türkiye’de ve İngiltere’de futbolun  Sosyo-Politiği. Dağhan Irak. Evrensel Basım Yayın. 2013. 

 Dünya kupası maçlarında,Türkiye.Hırvatistan maçı sonrası Türk medyası ‘3 Viyana kuşatması diye başlık atan medyanın gaza getirdiği ve işgal mantığını çağrıştıran bu ırkçı başlık kimseyi ilgilendirmeyecekti. Viyana sokaklarında şefkata muhtaç, yardıma muhtaç gençlerimiz, kadınlarımız, kızlarımız irili ufaklı herkes; Meydanlarda ellerinde bayraklar, yüzlerinde ayyıldızlı boyalar, çılgınlaşan kalabalıklar;Ne Türkiye’nin nede Avusturya’nın sorunları karşısında niye pısırıklaşıp evlere kapanıp, sessiz tepkisiz ve suskun kaldıkları unuttuklarımız. 

ELBETTE SOKAKTA ZIPLAYACAKLAR… 

 İnsan gibi onurlu, uygar yaşama hakları ellerinden alındığında ‘gık’ bile demezken şimdi ‘3 Viyana kuşatması’ diye başlık atan Türk medya patronlları, tabi ki sokakta zıplayanları gaza getirecektir. (Bütün katliamlar ve linç girişimleri gaza getirme yöntemleriyle olmuyor mu?) Tabi ki sponsor firmaların reklamlarıyla daha etkili yaparak, futbolu kendi sermaye araçları olarak kullanacaklardır, potansiyel tüketim haline getireceklerdir. İnsan hakları, hak, hukuk, adalet, işsizlik, işçi bayramı, kadına şiddet, ırkçılık, barış-savaş vb konular gündemleri olmayacaktır. 

 Medya organları, takımlar arasında dönen şike olaylarını örtbas edecektir. duymamazlıktan, görmemezlikten gelecektir. Medya yayınlarında sadece ekonomik akarlarını düşünürler. Tv kanallarının 1990’da 8.2 milyon euro, 1994 27 milyon euro, 2002’de 326 milyon euro. kazanç elde etmiştir. (Türkiye) Spor malzemeleri pazarlayan firmaların başında Adidas geliyor. Adidas 2005-2006 ‘da 15 milyon futbol topu satarak rekor kırıyor. Nike, İngiliz takımlarından manch.United takımına 13 yıllığına 458 milyon euro sponsorluk ücreti ödüyor. Dünya kupası maçlarında tv kanalarında reklamdan geçilmiyor.Futbol karşılaşmalarında izleyici rekorları kırılıyor. Türkiye’de, yayın geliri olmayan kulüpler kısır döngü içinde kıvranırken gelir paylaşımını %13 Galatsaray, %12 Fenerbahçe, %10 Beşiktaş,%8 Trobzon’a dağıtılırken %57 sini diğer 149 kulübe dağılıyor. 

Türkiye kupası maçlarını ise bir banka sponsorluğu ile ticarileşme özerkleşmesini görebiliyoruz. Lig maçlarını ticari firmaların isimlerini koyuyorlar. ‘Türksel ligi gibi’ Hisse senetlerine ve Borsa’ya girdiğini görüyoruz. Şirketleşen Manch-United takımı çok büyük bir şirkettir ve Türkiye’de tüm kulüplerin gelirine eşit bütçesi var. Devasa büyüyen futbol kulüpleri ve milyonları bulan transfer paraları piyasada dönerken, binlerce amatör sporcu karnını doyuracak, ya da karşılayamayacak bir sorunla karşı karşıya olması sokakta zıplayanları rahatsız etmeyecektir. Afrika’da bir futbol kaşılaşmasında formaları sentetik olduğundan dolayı şimşek çakması sonucu tüm oyuncaların öldüğü unuttuklarımız… 

İKTİDARIN FUTBOL SEVGİSİ 

Trübünlerdeki insanların toplumsal, ekonomik ve ya siyasi sıkıntılarını bir kenara bırakıp sadece futbol üzlemelerini istemek, iç içe geçmiş futbol ile siyasetin doğasına aykırıdır.‘‘Trübünlerde siyaset istemiyoruz‘‘bile siyasi bir amacı barındırmaktadır. 

Osmanlı da II Abdulhamit döneminde  pek çok toplumsal faliyet gibi futbol maçlarını yasakladığı bilinmektedir. Osmanlı‘nın son dönemi T.C ilk dönemlerinde sporun öncelikli amacı askeri ve toplumsal ıslahtır. Türkiye 1950’lerde kitlesel seyir anlayışı geliştirilir.Siyaset futbolun içine daha fazla dahil edilir. 12 Eylül’de futbol iktidar tarafından insanların apolitkleştirilmesi için baş tacı yapılır.  Bu dönemde 3 lig kurulur. Her ilin bir futbol takımına sahip olması sağlanılır. Amaç Kürt gençlerini siyasetten uzak tutmaktır. Kenan Evren Ankaragücü takımını 1 lige çıkartır, Tansu Çiller’de Cizrespor’un küme düşmesini engeller. (Bu iki örnek sporun doğrudan siyasi müdahalesine örnektir.) 

Alman arabasıyla, isviçre parasıyla sokaya fırlayanlar, Avusturya banka kredileriyle Hasankeyf-Ilısı barajını finanse eden bankaların kredileri, kaybedilmek istenen binlerce yıllık kültürü bilmediklerimiz unuttuklarımız….  

Hukukta, demokraside, ekonomide, uygarlıkta, farklılıkların zenginliğinde, ötekine, insan haklarında bu müthiş sevinci coşkuyu yaşayamadığımız unuttuklarımız… Linç kültürüyle ırkcılığa sarılanların, konserlerde sanatçılara, sokaklarda gençlere saldırılar unuttuklarımız… Yurtdışında Avrupalı türklere seçme ve seçilme hakkı verilmemesi unuttuklarımız… Sabah aynaya bir göz attığımızda kimliğimizi ele veren ayrıntıları, gerçeğimizi görmediklerimiz unuttuklarımız… Hırvatistan-Türkiye maçında, Hırvat trübünlerinde asılan bir pankart vardı. ‘Ticari futbola karşı, ırkçılığa hayır’ Bu pankart trübünlerden kaldırıldı. Neden.Niçin??? 

Siyasi erk olası muhalif haykırışlar için ‚‘kanundu, yönetmelikti‘‘ diyerek gardını alıyor.siyaset yapma diyor, ama stadyumlara isimlerini  Atatürk. İnönü, İsmet paşa, Recep Tayyip Erdoğan stadı koymaktan da geri kalmıyorlar 

Çaykur. Rize spor’lu Sercan Kaya ve Emre Belözlü attıkları gollerden sonra, Mısır’daki darbe karşıtlarının (İhvan’ın)sembolü olan Rabia’işaretini yapıp siyasi mesajlarını vermek siyasi erk  için onurlu bir davranış olabiliyor da, peki Çarşı grubu, kendi ülkesindeki bir meseleye tepki gösterdiğinde, suçlu damgası yemesi nasıl açıklanabilinir? 

Unutturduklarımız, unutturulduklarımız, unuttuklarımızı keşfedebilirsiniz… 

Endüstriyel futbol;3 F formülünden biridir. Futbol, Fado, Fiesta hayatımızın formülleridir. Portekiz’i 40 yıl boyunca 3F ile yönetebildiğini söyleyen Antonio Salazar unuttuklarımız. 

İspanya Diktatörü Francisco Franko da, Barnebau stadı için ‚‘150 bin kişilik uyku tulumu‘‘ benzetmesi unuttuklarımız.  

1978’de Arjantin’deki  Futbol, Dünya kupası ve Arjantin’in kendi ülkesinde şampiyon olmasının ekmeğini yiyen ise , tüm ülkede hüküm süren askeri cunta unuttuklarımız. 

1986 Meksika Futbol Dünya kupası’nda stadyumun her tarafına ‚‘‘Gol değil, fasulye istiyoruz‘‘ yazan Meksika halkına da açlık, parasızlık eğitimsizlik gibi sorunları unuttuklarımız. 

Dolayısıyla kıssadan hisse… İyi ve kötü, Dayanışma ve Rekabet. İnsanlığı ‘hiçleştirerek’ futbol pazarına serbest piyasa ekonomisi, sınırsız totaliterizm de somutlanarak karşımıza Dünya futbolu, dünya piyasası fiyatıyla dikilmektedir. 

Her ne hikmetse ” Milli Birlik ve Bütünlük”, bütün takımların gerçeği olarak karşımıza çıkmaktadır. Velhasıl değişen her ortama çok iyi uyuyor.  

Demem o ki; ben, sen, o, ya da topyekûn söylemek gerekirse kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısı genciyle bu “futbol”ın taraftarları olan “bizler”, karşısına dikildiğimiz “sahalar önünde” yok aslında birbirimizden zerre kadar farkımız…  

Nitekim ceplerimizde taşıdığımız “paralar” ve “kimlikler” sayesinde hem bu ülkenin “vatandaş”ları, hem de “birlik ve beraberliğimizin” bireyleri olarak her birimizin öncelikle “yaşam hakları”nın yanı sıra, keza diğer haklarımızın da “anayasa”larımızın çizdiği sınırlar dahilinde “teminat” altına alındığını, üstelik “hak”tan, “hukuk”tan, “adalet”ten yana dem vuranlar “herkese, her kesime eşit mesafede” durduklarını, söyleyenler, bütün bunlara rağmen her yönlü haksızlığı bizlere yaşatıyorlar.  

Spor karşılaşmalarından tutalım da diğer rüşvet skandallarına varıncaya kadar her türlü pislikleri görüyoruz. Her türlü ayrımcılığı, ırkçılığı, saldırganlığı, tabi ki görmek isteyenler görebiliyor, görmeyenler hala vatan millet bayraklarıyla sokaklarda ırkçılık avını sürdürmektedirler. 

Birlik beraberlikten dem vuran “yetkili makam”larında oturan bilumum gelmiş geçmiş zerzavatlar her fırsatta veya temcit pilavı gibi, bunları zırt pırt neden dillendirip, buna neden ihtiyaç duyduklarını hep birlikte görmekteyiz. 

Futbolu kollektif bir spor ve centilmence yapılan bir spor karşılaşması olarak değil, ırkçılığı, milliyetçiliği içinde barından bir spor olarak teşhir edilmektedir.  

Avrupa’da yabancı düşmanlığının  yaşandığı Almanya’da, Avusturya’da vb yerlerde şiddet spor sahalarında hızla tırmanıyor.  

Türkiye’de Futbol karşılaşmalarında Diyarbakır spor’a karşı girişilen linç saldırıları Bursa’da, İstanbul’da vb yerlerde yaşandı. Futbol, bu gün dünya da demokrasiden de meşhur ‘serbest piyasa ekonomisinden’de daha yaygın ve daha hastalıklı ve sorunlu bir spordur. Bütçesi milyarlarla ölçülüyor. Bu kadar güçlü ve popüler bir ”spor” haliyle milliyetçilerin ve ırkçıların ilgisini çekmektedir. Oysa futbol milliyetçiliğin/ırkçılığın değil, dostluk ve dayanışmanın aracı olmalıdır. 

Futbol, egemenler tarafından şimdiye kadar en popüler spor olarak kapitalizmin emrinde bir sanayi dalı olarak geliştirildi. Amatör takımlar, ya da, fabrika, semt hatta kent takımları efsanesini de bitirdi. Bu olumsuzluğa rağmen futbolu hala spor olarak görmek isteyenler, futbol maçlarında ki şikeleride görmemezlikten gelmektedir. Her ne kadar yer yer şike olayları ortaya çıksa bile zamanla bu kirli anlaşmalar unutulmaktadır. 

Fenerbahçe’nin yaptığı şike olayı gündeme bomba gibi düştü. ama zamanla buda unutuldu. Unutturuldu. 

 Çünkü şu anda burjuvazinin başka hesapları var. Kürd sorununa bağlı gelişen bir süreç var. Bu şike olayı gündem değiştirme manevraları oldu. Ara sıra kurbanlık koyunları piyasaya sürüyorlar, bu da onlardan biriydi.  

Beşiktaş- Galatasaray maçında , sahaya inenlerin yarattığı  olaylarda bu oyunun bir parçası değil mi?(İtalyan takımlarında ünlü Napoli takımı maçlarda şike yaptığından dolayı küme düşürülmesine rağmen bugün yine spor piyasasında en etkili konumdadır.) Yani spor ile politika arasındaki organik bağlar nedeniyle, futbolu da, futbol maçlarını da esas amacından uzaklaştırıp milliyetçiliğe hatta ırkçılığa kaydıranlar. Mussolini’den Hitler’e, Salazar’dan ve Videla’ya kadar diktatörlüklerin futbolun etkilerini kendi siyasal çıkarları için kullandıklarını görmekteyiz. 

Futbol maçları, spordan ziyade bir ulusun diğer ulustan daha üstün ve daha başarılı olduğunu gösterme kavagasıdır. Futbolda üstünlük ve ırkçı yaklaşımlar son yıllardaki transferler sayesinde belirli ölçüde sekteye uğramış durumda. Afrikalı siyahi futbolcuların dünyanın beş kıtasındaki takımlara transfer olup oynamaya başlamaları, transfer piyasalarının en gözde futbolcuları haline gelmeleri sayesinde üstünlük edebiyatı kısmen sekteye uğramıştır, Bu, hem klüp yöneticileri hem de geniş taraftar kesiminde siyahlara, Afrikalılara ya da Latin Amerikalılara yönelik ayrımcı, dışlayıcı, ırkçı önyargıların büyük ölçüde kırılmasına neden oldu. Ama bizde hala Afrikalılara karşı ön yargı ve üstünlük devam etmektedir. 

Trabzon spor’un eski başkanlarından Mehmet Ali Yılmaz’ın Trabzon spor’da oynayan siyahi futbolcuları asağılaması unutulmaz.  

Bu gün sadece futbolcular değil farklı milletlerden antrenörler de farklı milletlerin kah milli takım kah lig takımı düzeyindeki ekiplerinde görev aldıkları için milli kimlik giderek sportif kimliğin gerisine düşmüştür. Yabancı transferine kısıtlama getirilmeyen ülkelerde, lig takımları bazen tamamen yabancı oyunculardan oluşabiliyor. Bizde de mesela Fenerbahçe ya da Galatasaray vb gibi takımlarda, ilk 11’deki oyuncuların çoğu Afrikalı, Avrupalı ya da Latin Amerikalı futbolcular olabiliyor. 

Göçmenlere yönelik saldırı ve şiddet eylemlerinin korkutucu boyutlara ulaştığı Avrupa’da maçlarda kendini her geçen daha belirgin bir şekilde hissettirmeye başlayan şiddet olaylarınında kontrolü güç bir hale geldiğini görmekteyiz. Örneğin sadece Berlin eyalet liglerinde her hafta oynanan maçlarda Almanların ve Doğu Almanyadan gelenlere karşı önyargılar ile, Türklerin, Kürd takımlarına karşı şiddet yanlısı tutumları, Hırvatların Sırplara, Sırpların Hırvatlara düşmalığını ortaya koyması, artık alışagelmiş aşayiş haline döndü. 

Sporcular birbirlerine ve hakeme karşı şiddete başvururken seyircilerde boş durmuyor. Tuttukları takımın saha içinde başarısız olmasına hazmedemeyen seyirciler, rakip takımın taraftarlarına hücum ederek hınçlarını boşaltmanın yoluna gidiyorlar. Keza gerek Avrupa gerekse Dünya şampiyonaları karşılaşmaları sayesinde, milli takımlar forması ve bayrağı altında bir araya gelen farklı takımların uzun süren beraberlikleri sayesinde de, uluslar, ırklar ve etnik gruplar arasında gerek yeşil sahalarda, gerekse tribünlerde dostluğu da güçlendiren bir ortam yaratılıyor. 

Sosyologlar ‘Dünyada müzik ve spor en büyük iki kaynaştırıcıdır’ tesbıti yapıyorlar. Ama sporda esas olarak futbol takımlarındaki futbolcular arasında değil daha çok stadyumların tribünlerinde oturan kalabalıklar arasında ırkçılığı ve milliyetçiliği yaygınlaştırılmasına dikkat çekiyorlar. Tribünlerde,Diyarbakırspor hatta tüm Diyarbakır’ı ve Diyarbakırlıları giderek bütün Kürtleri ‘terörist’ ya da ‘bölücü’ olarak itham eden sloganlar, pankartlar olabiliyor. Hatta o kadar ki bu sözlü taciz daha maç başlamadan, tören sırasında İstiklal Marşı’nın okunmasının hemen ardından başlayabiliyor.İstiklal Marşı’nın ilk iki dörtlüğünün hemen ardından neredeyse üçüncü kıta olarak ‘Şehitler Ölmez! Vatan Bölünmez! Kahrolsun PKK! sloganının atılması,  artık  futbol ligi maçlarında İstiklal Marşı’nın okunmaması için yeterli bir gerekçedir. 

Futbol maçlarında,Siyasal şiddet ,bayrak taşımalar ve İstiklal Marşı, ne yazık ki 1984’den bu yana yaygınlaştırıldı. Galatasaray, bir Avrupa Kupası maçı öncesinde Ali Sami Yen’de İstiklal Marşı okunduğu için UEFA tarafından para cezasına çarptırılmıştı. Türkiye’den başka hiç bir ülkede, yerel lig maçları öncesinde ulusal marş okunmuyor. 

Avrupa sahalarında ve sokaklarında futbolla gelen ırkçılık o kadar çok benimsendi ki o denli önemsendi ki, insanın kendi sorununa yabancılaşmasını da beraberinde getirdi. 

Halklar arasında kini ve nefreti geliştirdi. 

Bayern Münih- Beşiktaş maçında, göçmenleri(Türkiyelileri) aşağılamak için Almanya’nın en ucuz süpermarketi Aldi’nin torbaları ile „Aldi’ye gidin“ pankartını açanlar ne kadar ırkçı ise Türkiye’de ki maçlarda açılan pankartlarda o kadar ırkçı propagandadır. Aralarında hiç bir fark yoktur. Bayern Münih- Beşiktaş maçında açılan bu pankarta ırkçı diyen Türk medyası aynı tutarlılığı Türk takımları arasında yapılan maçlarda da Kürtlere karşı yapılan ırkçı gösterilere, atılan sloganlara da ırkçı demelidir. Bu aşağılık ırkçı iğrençliği yazmalıdırlar. Köln- Bayern Münih maçında, Köln’de ırkçılığa karşı olan Almanlar „Auch wir kaufen bei ALDI !“ (Biz de Aldi’den alışveriş yapıyoruz) yazılı 15 metrelik pankart açtı. Türk medyası bunu ilk sayfadan haber yaptı. Darısı Türkiye’deki ırkçı saldıralara destek yerine onu teşhir eden bir medyanın duyarlılığını göstersin. 

Yüzlerce yayın organının estirdiği ırkçı propağanda tufanı doğru tespiti zorlaştırmaktadır. Kürtlere karşı spor karşılaşmalarında atılan sloganlara sessiz kalanlar bu tufanı depreştiriyorlar. Alamanya’da göçmenlere sahip çıkan Alman seyircisine, Türk medyası ”İşte özlenen Almanya“ diye başlık atıyor. Peki Türkiye’de oynanan maçlarda ırkçı sloganları atanlar niçin teşhir edilmiyor? 

 Almanya’daki Köln-Beşiktaş maçındaki ırkçılığı teşhir edenlerle övünmenin hiç bir anlamı yoktur. Türkiye’de ırkçı ve şöven tavır sergileyenlerle,Aldi torbasını taşıyan Alman ırkçıları arasında hiç bir fark yoktur.. Her iki seyirci potansiyeli de ırkçıdır. Ama ne hikmetse Aldi tobası taşıyan Almanlar ırkçı oluyor da Türkiye’de futbol sahalarında atılan sloganlar ırkçılık olmuyor?! Galatasaray’ın Manchester United maçından sonra belirli gruplar mehter marşı çalanlar, Kurt işareti yaparak PKK aleyhinde sloganlar atmaları çok normal karşılanıyor.Oysa bu siyasi bir toplantı değil bir maç sonrası yapılan bir gösteridir. 

Türkiye ve Avupa’da futbol sahalarında, spor salonlarında MHP bayrakları ve Kurt işaretleri, sloganlar atılması vazgeçilmez siyasi bir propaganda yöntemi olageldi Avrupa şampiyon kulüpler kupasında Galatasaray’ın -Neuchatel galibiyet maçı sonrası türk medyası, ”Türk olmanın gururu’nu binlerce insan bu sevinci sokaklara taşıdı”. Gazeteler, Dergiler, Televizyonlar, Parlementerler ve Meclis bu galibiyeti konuştu, yazdı, çizdi, gösterdi. Galatasaray sevinci böyle devam ederken, maçta çıkan olaylardan dolayı maçın iptal girişimi bir bomba etkisi yaptı. UEFA’ya iptal başvuruşunda bulunanlara tepkiler yağdı. Nerdeyse „Ulusal yas ilan edilecekti“ Avrupa’ya lanetler yağdırıldı. Bütün siyasi partiler hep birden olayı protesto etti. Parlamentonun o günkü temel sorunu olarak tartışıllarak milli bir dava haline getirildi. (Yurt dışında yaşayan göçmenlerin sorunlarına bu kadar duyarlı olmayan parlamento futbol için Avrupa’ya sert demeçler vermesi gerçekten düşündürücüdür.) TRT ve Türk medyası kin ve nefretini haykırdı. 

 Hatta bazı köşe yazarları hızını alamayarak solculara veryansın ettiler. Nedeni ise Galatasaray‘ın kazandığı galibiyet sevincine ortak olmuyorlarmış. Bundan dolayı solcuları“ entel bozuntuları“ olarak değerlendirdiler. Hatta onların Türk kanı taşıdıklarından kuşku duyduklarını bile dile getireceklerdi. „Türk’ün Türkten başka dostu yoktur“’la, nasıl bir kitle psikolojisi hedeflemek istediklerine bir örnektir bu maç. 

Türkiye’de her hafta yüzlerce spor karşılaşması yapılıyor. Sporun kitleler üzerindeki etkisi sistemin şöven ve ırkçı anlayışının yanında sosyo- ekonomik bunalımın yansımasıdır. Maçlara gelenler genelikle bir taraf olarak gelirler ve şövenizm içinde hazır bir potensiyel olurlar. Toplum içinde bastırılan duygularını burada ifade etmeye gelirler. İşyerindeki sorununu, ailesindeki sorununu, çevresiyle olan sorununu tribünlere taşırlar. 

 Gazetelerin hergün yazdığı „Hain saldırı, vatan hainleri, bölücüler,“ propaganda yazıları tribünlerde kahrolsun‘la başlayan sloganlarla tamamlanıyordu. Çünkü nefret ve şiddet şövenizmin temel unsurudur. Fenerbahçe spor kulübü, spor sahalarında adı birçok cinayete karışmış ve çete bağlantılı bir Emniyet Müdür yardımcısını yeşil sahalara kadar indirerek Antalyaspor maçında “Hüseyin Kocadağ‘ı unutmadık“pankartıyla sahada tur attırıldılar. Fenerbahçe spor kulübü başkanı Güven Sazak ve Teknik direktör yardımcısı Cemil Turan’dı. (ikiside MHP’li)Cemil Turan şike olayından dolayı tutuklandı. 

 Van’da farklı bir tablo çizen ırkçılar kitle tabanı olduğunu göstermek için spor sahalarında yaşlı kadınları propaganda aracı olarak kullandılar. 1993 yılında birinci lige çıkan Van spor başkanlığına Van valisi getirildi. ilk iş olarak 50 milyar gibi bir çekte hazır oldu. Van spor maçlarında gösteri yapan MHP’liler, sokaklarda kitlesel gücünü ispatlamak için 3 hilalli bayraklarla maçlara gidiyorlardı. Asker ve korucular maç sırasında „en büyük asker bizim asker“ pankartları açıyor. ırkçılarda „ Çırpınırdı Karadeniz „ marşını söylüyorlardı. Maç bitiminden sonra şehir içinde sloganlar eşliğinde yürümelerine devletin polisi sessiz kalıyor. Çünkü olayı organize eden Özel Tim ve Koruculardı. Fakat gelgelim milliyetçi köşe yazarları Vanspor’un üç büyükler ile yaptığı maçlarda Van’ın nasıl değiştiğini, Van’lıların spora ne kadar çok düşkün olduğunu yazdılar. Hatta Kanal D’de yayınlanan Mavi Gözlük Programı (Hava durumu)sunuculuğunu yapan Hülya Uğur, Van spor galibiyetinin, „Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü üzerine yarattığı etkiyi“gözler önüne seren bir ‘milliyetçi’ propaganda yapması anlaşılır olmayan bir hava durumudur. 

Aynı şekilde Milliyet gazetesi’ de „Türkiye Van’ı keşfetti“ manşetiyle bir haber vermesi niçin, neden sorularını akıllara getirmektedir. Hem Vali hemde Vanspor yöneticisi olan Mahmut Yılbaş diyor ki“ Birlik ve beraberliği Vanspor’la pekiştireceğiz, terörü sporla vuracağız. Darısı komşu kentlere“. Evet ne diyelim,sözün bittiği yer. Eğer kürt sorunu sporla çözüyorlarsa çekilen bunca acı neden, dökülen bunca kan ve gözyaşı neden.?! 

 Türkiye- Hollanda arasında oynanan maçta türk milliyetçiğini simgeleyen sloganlar atan ırkçılar, taşkınlıklarını Hollanda’nın çeşitli şehirlerinde sokaklarda taşkınlık ve şiddet olayları sergilediler. Sözüm ona galibiyet sevinç gösterileri yaparken, kürtlere küfürler ederek saldırıya geçtiler. Tabi milliyetçi Türk medyası her zaman olduğu gibi yine çarpıtarak, yine yalan bilgiler ve haberlerle saldırıya uğrayan kürtleri suçladılar. Arnhem kentinde sokaklarda klaksiyon çalarak, ellerinde Türk bayraklarıyla turlayan, Türk milli takımının zaferini kutlayan Türk milliyetçileriydi,  (saldırılarından dolayı 5 MHP’li tutuklandı). Olayları „Türk bayrağına saldırı ile başladı“ diye yazılması büyük bir kışkırtma ve galyana getirme haberidir. 

Irkçılığının spordaki taşkınlığı nerede olursa olsun kendisini gösteriyor. Çünkü ırkçılık şiddettir, tahammülsüzlüktür, kaba kuvvette beslenir. Bundan dolayı Tofaş-Aris Basketbol maçında Türk takımının yenilmesine tahammül edemediklerinden Bursa’da yaptıkları çirkinlik maça yansıdı. Saha çeşitli madde yağmuruna tutuldu. Çıkan olaylar sonucu hakem maçı durdurdu. Maçın hakemi seyirciler dışarı çıkmadığı süre içinde oyunu başlatmayacağını açıklayarak Türk seyircisinin dışarı çıkmasını bekledikten sonra oyunu başlattı. 

Devam edecek…


Erdal Boyoğlu – 11.03.2023

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑