Söyleşiler

Published on Mayıs 16th, 2023

0

İbrahim Çiçek ile söyleşi: Sonuçlar, Türk-İslam sentezinin toplumsal tabanını çarpıcı tarzda gösterdi


Marksist Teori Dergisi Yazarı İbrahim Çiçek, seçim sonuçlarının  Türk-İslam sentezinin toplumsal tabanını çarpıcı tarzda gösterdiğine dikkat çekti, “Seçmenler yaşam biçimine göre ayrıştı” dedi. HDP’nin ittifak politikası ve cumhurbaşkanı adayı çıkarmama taktiğinin, düşük oy olmasında etkili olduğunun altını çizdi. TİP için ise “TİP’in yöntemleri ve tarzı, ilerici ve sosyalist çevrelere güven vermiyor” yorumunu yaptı.

Milletvekilliği seçimi tamamlandı, cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı. Geride çokça soru kaldı. Özellikle deprem bölgesinde AKP’nin aldığı oylar, HDP ve Yeşil Sol Parti’nin ittifak politikası ve cumhurbaşkanlığı seçim politikasının sonuçları, TİP’in seçim tutumu, parlamento aritmetiğinde politik İslamcılığın radikalleşerek artması gibi çokça başlık önümüzdeki günlerde de tartışılacak.

Seçimin ertesi günü Özgür Tv’ye katılan Marksist Teori Dergisi Yazarı İbrahim Çiçek, bir çok tartışma konusuna açıklık getirdi.  İbrahim Çiçek’in gazeteci Arzu Demir’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Anketlerle seçim sonuçları arasında ciddi bir fark oluştu. Bir kısmını bilinçli manipülasyon olarak değerlendirsek de MHP, Yeniden Refah Partisi, İYİP, AKP oyları beklenenin üzerinde çıktı bunu nasıl açıklayabiliriz? 

Bu soruya, Türkiye’nin yakın tarihine bakarak cevap verilebilinir. Devletin bütün burjuva hükümetler eliyle, son 50-60 yıldır izlediği Türk-İslam sentezi politikasının toplumda önemli bir etki yarattığını görüyoruz. Türk-İslam sentezinin toplumsal tabanını bu seçim çarpıcı tarzda gösterdi. Türk-İslam sentezi içerisinde muhafazakar, onunda ilerisinde politik İslamcı kesimlerle ülkücü Türk milliyetçi kesimler arasında önemli bir geçişkenlik olduğunu görüyoruz. MHP oylarıyla AKP oyları ya da İYİP oylarıyla MHP oyları arasındaki geçişkenlik gibi bir gerçeklik var. Bunlar aslında burjuva hükümetlerin ve emperyalistlerin destekledikleri Türk-İslam sentezinin toplumda yarattığı derin etkiyi gösteren bir durumdur. Bu durumu manipülasyonla açıklamak yeterli olmaz. Manipülasyon olabilir, zaten Anadolu Ajansı (AA) bunu her zaman bütün seçimlerde yapıyor. Ancak devrimcilerin, ilerici güçlerin dikkatini toplaması gereken esas nokta; Türk-İslam sentezinin önemli bir toplumsal temelinin oluşmuş olduğu ve politik İslamcı kesimlerle Türk ülkücü faşist kesimler arasında önemli bir geçişkenliğin olduğudur.

AKP sayesinde Hizbullah’ın devamcısı olan HÜDAPAR ile Yeniden Refah Partisi Meclis’e girdi. Böylece AKP, MHP, İYİP ve Saadet Partisi ile birlikte tarihin en politik İslamcı faşist parlamentosu oluştuğunu söyleyebilir miyiz? 

Elbette. Buna ek olarak şunu da diyebiliriz; HÜDAPAR-AKP, AKP dolayımıyla MHP arasında yapılan ittifakı, Kürt İslamcılığıyla Türk  İslamcılığı arasındaki bir ittifak gibi okuyabiliriz. Bu, bugünkü iktidarın dayandığı ideoloji ve yöneliminin daha da gericileşmekte olduğunu gösteren bir durumdur. Gerek AKP-HÜDAPAR gerekse de Yeniden Refah Partisi-AKP ittifakı bu duruma tekabül eder.
MHP’nin bu biçimde bir ittifakı kabul etmesi önemli bir noktayı oluşturuyor. Bu ülkücü faşistlerin aslında ne kadar omurgasız olduğunu her çeşit ittifaka iktidar ve mevki için nasıl girişebileceğini gösteren bir gerçeklik. Halkın bu gerçeği görmesi, kitle tabanlarına gösterilmesi bizim için önemli.

Oylar sayılmaya başladıktan sonra tüm muhalefetten, sonuçların maniple edildiği açıklaması geldi. Kılıçdaroğlu seçim gecesi iki kez basının karşına çıktı. CHP sözcüsü Faik Öztırak açıklama yaptı. HDP’den birkaç kez açıklama geldi. Ancak sonunda, çok hızlı bir şekilde cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kaldığı konusu kabul edilmiş oldu. Elbette hukuki itirazlar sürecektir. Neden böyle oldu? Acaba Millet İttifakı da taktiğini Erdoğan’ı ikinci tura bırakmak üzerine mi kurmuştu?

Böyle bir şey söyleyebilmek için elimizde veri olduğunu düşünmüyorum. Ama birkaç meselenin altını çizmek isterim. AKP-MHP faşist iktidarının her çeşit kötülüğü yaptığını, her çeşit hileye başvurduğunu ve kazanmak için her çeşit yöntemi meşru gördüğünü biliyoruz. Bu da muhalif kesimlerde çok derin bir güvensizlik yaratmış bulunuyor. Restorasyoncu burjuva muhalefet de AKP-MHP iktidarını iyi tanıyor. Onun her çeşit yönteme başvuracağını biliyor. İki taraflı bir manipülasyon olduğunu düşünüyorum. Bir taraftan faşist şefin devlet kurumları ve AA’yla yürüttüğü manipülasyon var. Ama diğer taraftan da burjuva muhalefet belki bunu boşa çıkartmak, aynı zamanda kendi kitlesine moral vermek ve bir kısım şeylerin önüne geçmek için manipülasyon yaptı. Fakat genel olarak kamuoyuna yansıyan durum açık ara Kılıçdaroğlu’nun kazanacağı biçimindeydi. Sanki yaptıkları propagandaya biraz da kendileri de inanmış oldular ama şuan ortaya çıkan sonuçta kısa sürede iki tarafta ikinci tura kaldığını kabul etti.

Faşist şefin seçim gecesi konuşması bir zafer konuşması biçiminde başladı. Ancak devamında ikinci turu kabul etmiş oldu. Ancak önemli bir nokta vardı, ikinci turda kazanmayı garantilemiş gibi konuştu.

Faşist şef açısından birinci sorun kesinlikle kaybetmemekti. İkinci turu kendisi bakımından daha avantajlı görüyordu ama bütün propagandaları zaten birinci turda kazanacakları üzerine kuruluydu. Faşist şefin yandaş medyası baştan itibaren yüzde 10 farkla kazanacağına dair bir propaganda yaptı. Hatta faşist şefin AA’ya verilerin yüzde 10 farkla gösterilmesi talimat verdiğine dair kimi açıklamalar da oldu. Elbette açıklamaların ne kadar doğru olduğunu kestiremiyoruz. Ama böyle bir süreç yürüttüler. İki tarafın arasındaki karşılıklı psikolojik savaşın içerisinde gerçekler biraz daha belirginleştikçe, her iki taraf da durumu kabul etmeye yöneldiler. Faşist şef benim beklentimden daha hızlı bir şekildi durumu kabullendi. Fakat onlar özellikle yurtdışı oylarından son noktaya kadar umutluydular. Yurtdışı oylarının kendilerini yüzde 50’nin üzerine çıkarabileceğine dair bir varsayımları vardı. Tıpkı Millet İttifakı’nın İstanbul, İzmir ve Ankara’dan sisteme girmeyen sandıkların, sisteme girilmesinin ardından kendilerinin kazanacağının propagandasını yapması gibi bir karşı propaganda vardı. Ama iki taraf uzlaştı, aralarında başka temaslar olup olmadığına dair bir bilgimiz yok. Bu durum birinci turun iki taraf bakımından da “kazasız belasız” savuşturulması anlamına geliyordu. İki taraf da durumu daha ağırlaştıracak hamleler yapmaktan sakındılar. Faşist şef de sakındı ve belki de planları bozuldu, bunu tam olarak kestiremiyoruz. Çünkü AKP tarafından gerçekleştirilen örgütlü itirazları yabana atmamak lazım. Belli ki bu itiraz süreci  planlı ve başka bir şeyler için bir zemin hazırlıyorlardı. Belki de Millet İttifakı’nın konu üzerine girişimleri faşist şefin oyunlarını zora sokmuş olabilir. Bunu da bir ihtimal olarak görmek gerek. Oyun planlarının bozulması durumunda uzlaşmayı kendileri bakımından yararlı görmüş olabilirler.

YÜZEYSEL YAKLAŞIM BEKLENTİYİ BÜYÜTTÜ
Deprem bölgesinde ne olacağını merak ediyorduk. Büyük bir yıkım vardı, AKP iktidarının halkı karşı karşıya bıraktığı çaresizlik vardı. Bazı yerlerde AKP’nin oy kaybı var,  ama beklentinin altında bir oy kaybı oldu. Bunu nasıl açıklayacağız? Bunu sadece vaatlerle açıklayabilir miyiz? Ne oldu da deprem bölgesinde -Amed ve Urfa’yı dışta tutuyorum-  AKP önde çıktı?

Bu konuya şuradan bakmamız daha iyi; büyük bir deprem oldu ve devlet tarafgir davrandı. Halkın yardımına devrimci, ilerici güçler koştu. Bunların hepsi doğru. Fakat otomatikmen “Deprem halkın bilincini sarstı ve değiştirdi” gibi bir algı oluştu. Bu algıyı biraz da deprem bölgesine önce koşan, halkla dayanışan ilerici kuvvetler oluşturdu. Bu bölgeler aslında Türk-İslam sentezinin toplumsal temelinin kuvvetli olduğu yerler. Gördük ki, bu kadar hızlı bir değişim olmuyor. Aslında bir varsayımı, gerçeğin yerine koymuş olduk. Bu kadar büyük bir deprem yaşandığına, halk bu kadar büyük bir yıkım içerisinde olduğuna ve  bunun sorumlusu da AKP-MHP faşist iktidarı ve devlet olduğuna göre halk otomatik olarak AKP-MHP iktidarına ve devlete tavır alacakmış gibi oldu. Biraz yüzeysel bir yaklaşımın beklentiyi büyüttüğü düşüncesindeyim. 

SEÇMENLER YAŞAM BİÇİMLERİNE GÖRE AYRIŞTI
Ancak AKP iktidarının her yönüyle yarattığı büyük bir da yıkım var. Kime dokunsan “yeter artık” diyor. Böyle bir gerçeklik de var. Ancak seçim sonucu başka bir şey demiyor mu? Bu sonuca göre halk değişime uzak mı, yakın mı?

Faşist şefin bu kez yüzde 50’nin üzerinde oy alamadığını öncelikle belirtmek gerek. Yüzde 50’nin üzerinde bir kesim -çok az üzerinde olsa da- faşist şefin gitmesini ve değişim istiyor.  Hala zayıf bir çoğunluk, ama bu bir gerçeklik. Bunu görmek önemli. Faşist şefin beklediği ve istediği şey gerçekleşmemiş oldu. Bunu bir çeşit yenilgi gibi de düşünmek gerekebilir.  Fakat şöyle bir gerçeklik olduğunu da düşünüyorum; Kılıçdaroğlu’nun çoğunlukta olduğu, daha çok oy aldığı yerlerle faşist şefin çoğunluğu aldığı yerler harita halinde çıkartıldığı zaman, şöyle bir fotoğraf çıkıyor karşımıza; Kılıçdaroğlu’nun büyük merkezlerde Akdeniz, Ege ve Marmara’da çoğunluğun desteğini aldığını, faşist şefin ise özellikle Orta Anadolu’da, Karadeniz Bölgesi’nde çoğunluk oyu aldığını görüyoruz. Bu fotoğrafta şunu görüyorum; seçmenlerin  yaşam biçimine, tercihlerine göre ayrıştıkları gerçeği. Kılıçdaroğlu’nun daha çok oy aldığı bölgelerdeki kentli, modern yaşam biçimi, faşist şef Erdoğan’ın çoğunluk olduğu yerlerde ise daha çok muhafazakar, milliyetçi, kasaba tarzı yaşam biçiminin hakim olduğunu, aslında iki tarafın da yaşam biçimi konusunda daha duyarlı olduğunu, zamlar, işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı gibi gerçeklere rağmen bir çeşit yaşam biçimine, ideolojik tercihlere dair kaygıların ayrışmada ön plana çıkmış olduğunu düşünüyorum. 

Yeşil Sol Parti Eş Sözcüleri ve HDP Eş Genel Başkanları, seçimin ardından yaptıkları ilk açıklamalarında, “Hedeflediğimiz gibi olmadı, dolayısıyla başarısız olduk” dediler. Ve bunun bazı gerekçelerini sıraladılar. Yeşil Sol Parti’nin elde ettiği bu sonuçlar, bir başarısızlık göstergesi mi? Eğer öyleyse neden? Yeşil Sol Parti nerede hata yaptı?

Kuşkusuz Yeşil Sol Parti başarılı olamadı. Oy oranı düştü. Bu konuyu HDP’nin genel politika tarzıyla, özel olarak seçimlerde izlediği siyaset ve geliştirdiği ittifaklarla birlikte düşünmek gerekiyor. 2015 Haziran ayına kadar olan süreci HDP’nin yükseliş süreci olarak kabul edersek, bu dönem; HDP direnişinin, HDP etrafındaki kuvvetlerin faşizme karşı direnişinin, gericiliğe karşı direnişinin yükselen bir çizgide olduğu dönemdir. HDP de bu yükselen çizgideki direnişin en başında, en önünde yürümüştür. Fakat 2015 Haziran ayından, özellikle de diyalog sürecinin kapanarak çöktürme planının yürürlüğe girmesinden, yani 7 Haziran seçimlerinden sonra, daha somutlaştıracak olursak, 20 Temmuz Suruç Katliamı, 10 Ekim Ankara Katliamı ve özyönetim direnişlerine saldırı sürecinden sonra HDP’nin direnişçi çizgisinde bir gerilemenin olduğunu görüyoruz. Bu gerileme; HDP ile kendisine oy veren, kendisiyle birlikte yürüyen kitleler arasındaki mesafeyi açmış oldu. Bir yanı bu. Bir yanı da aynı zamanda devletin tutuklamalar, baskınlar, kayyumlar ve Deniz Poyraz örneğinde olduğu gibi cinayetler, davalarla geliştirdiği terör politikasının HDP’nin direnişini zayıflatıcı bir rolü oldu. HDP’nin kitleyle ilişkisini, politika tarzını yenilemek, onun direnişçi geleneklerini ayağa kaldırmak üzerine düşünmek lazım. 

Bir de seçim siyaseti açısından düşünmek gerekiyor. HDP’nin seçim, özellikle geliştirdiği ittifaklar siyasetinin önemli sorunları içerisinde taşıdığını görmemiz gerekiyor. Bu sorunlardan birincisi; HDP’nin kurucusu güçlerle yurtsever hareketin kurduğu ilişki sorunludur. Bu sorunu en azından en yakın mücadele arkadaşları arasındaki diyalog, mutabakat, tartışma, görüş alışverişi, kolektivizm, kurumları işletmek yönüyle düşünmeliyiz.  İkinci bir yönü ise Emek ve Özgürlük İttifakı sürecinde gerek Türkiye İşçi Partisi gerekse diğer partilerle ilişki biçimiyle düşünmeliyiz. Bu ilişki biçiminde ne gördük? Karşı tarafın, mesela TİP’in dayatmasını gördük. Başka partilerin dayatmasını gördük. Ve bu dayatmalar kabullenildi, boyun eğildi. Diğer yanı ise siyaset tarzındaki belirgin “Ben yaptım, oldu” şeklindeki tarzdır. Bu tarz, birlikte mücadele eden, birleşik mücadele yürüten kuvvetler arasındaki işbirliğini, onların motivasyonunu ve gelecek planlarını bozan bir tarzdır.  Daha önemli bir konu, HDP’nin izlediği siyasettir. Acaba, HDP birinci turda kendi cumhurbaşkanı adayı etrafında kampanyasını yürütseydi, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinde sonucu nasıl etkilerdi?

CUMHURBAŞKANI ADAYI ÇIKARTSAYDI HDP’NİN DURUMU DAHA İYİ OLACAKTI
Benim de sormak istediğim, yanıtını merak ettiğim konu bu. HDP, cumhurbaşkanı çıkartarak seçim çalışması yürütseydi, parlamento seçimleri bakımından daha iyi bir sonuç elde etmez miydi?

En azından şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum; parlamento seçimlerinde HDP’nin lehine olurdu. Çünkü HDP iddialı bir parti olarak ortaya çıkmış olacaktı. Bir yanda faşist cephe Cumhur İttifakı, diğer yanda restorasyoncu cephe Millet İttifakı olacaktı, üçüncü cephe olarak da Emek ve Özgürlük İttifakı kendi adayıyla çıkmış olacaktı. Bu iki cephenin karşısında kendini alternatif olarak sunacaktı ve bu çok daha iddialı bir kampanya olacaktı. Kesinlikle HDP’nin oylarının bugünkünden daha fazla çıkacağı konusunda eminim. Birinci turda kendi adayını çıkarma konusundaki kararsızlık, sonra da bundan imtina edilmesi, hem bir kısım HDP oylarını -Kılıçdaroğlu’nun dışında- CHP’ye yönlendirmiştir hem de partinin iddiasını kırıcı olmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bakımından da aslında bugünkünden çok da farklı bir sonuç çıkmayacağını, seçimin ikinci tura kalan bir gerçeklik ortaya çıkartabileceğini, öyle bir durumda da HDP’nin katkısının, gücünün ve rolünün ölçülebilir olarak ortaya çıkacağını, politik etki ve inisiyatif alanı ile politik ağırlığının büyüyeceğini öngörüyordum. Fakat böyle bir yola girilmedi ve bu siyaseten yanlıştı, isabetsizdi ve sonuçları olacaktı. Bugünkü sonuçlar da ortada. 

Kürdistan kentlerinde, Yeşil Sol Parti’nin Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi çağrısına halk yanıt verdi, Kılıçdaroğlu, hayatında görebileceği en yüksek oyları aldı. HDP ve Yeşil Sol Parti’nin ilk açıklamasında da cumhurbaşkanlığı seçim taktiğine dönük herhangi bir eleştirel vurgu yoktu, aksine desteklemeye devam edecekler. Muhtemelen hala bu taktiğin doğru olduğunu düşünüyorlar. 

HDP’nin bütün iddiası iki nokta üzerine kuruluydu. Birincisi; Erdoğan’ın birinci turda kaybetmesini sağlamak. Kaybettirme siyaseti olarak bunu tarif ediyorlardı. İkincisi; bir nefes alma ortamının yaratılması olarak düşünüyorlardı.  Ama bu ikisi de gerçekleşmedi. “İkinci tura kalması, bizim sayemizde oldu” diye düşünüyorlar. Cumhurbaşkanı adayı çıkartmama politikasının doğru olduğunu söylemeye devam edeceklerdir ve ikinci turda da destekleyecekleri için, bu politikayı sorgulamalarını beklemek bugün isabetsiz olur. 

TİP İLERİCİ VE SOSYALİST GÜÇLERDE BÜYÜK BİR GÜVENSİZLİK ÖRGÜTLEDİ
Bir önceki soruma yanıt verirken TİP’ten bahsettin. Orayı açalım biraz, TİP bu seçimlerde ne kazandı, ne kaybettirdi?

TİP, yüzde 1,73 aldı, kendisini tanıttı, kendi tabanını aktivize etti ama bir o kadar da tepki örgütlemiş oldu. Daha da önemlisi ilerici sosyalist çevrelerde TİP kendisine karşı derin bir güvensizlik örgütlemiş oldu. TİP’in yöntemleri ve tarzı, ilerici ve sosyalist çevrelere güven vermiyor. Herkes TİP’in küçük grup hesapları, parti çıkarları ile hareket ettiğini düşünüyor ve bu TİP’in düşündüğünden daha büyük bir tepki örgütlüyor. TİP’in yüzde 3 geçmek üzerine kurduğu şatoların  hesaplaşmasını yapması gerekir. Yeşil Sol Parti’nin bundan kaybı oldu. Örneğin Ankara’da Yeşil Sol Parti’nin milletvekili çıkartmamasında TİP’in rolü ne oldu? Başka kentler içinde bu soru sorulabilir. Fakat TİP, 2023 seçimlerinde kendi tarihinde övünebileceği bir pratik yaratmamıştır.

Şu anda ortaya çıkan sonuçlara göre, burjuva siyaset cephesinde bir belirsizlik var. İkinci tura kadar sürecin nasıl geçeceği konusu belirsiz örneğin. Kılıçdaroğlu birinci turda kazansaydı da, parlamentonun yapısı gereği de siyasi kriz sürecek ve muhtemelen bir erken seçim gündeme gelecek. Burjuvazinin bu iki kliği arasındaki bu belirsizlik durumu devrimci hareket bakımından ne tür imkanlar yaratıyor?

2017 yılı referandumundan, faşist şeflik rejiminin hukuki bir çerçeveye kavuşturulması çabalarından bu yana, tam olarak burjuva siyaset ikiye bölünmüş durumda. Son seçim süreci bunu daha da ağırlaştırdı. Restorasyoncular, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” dedikleri hedefler üzerinde daha çok yoğunlaştılar. Onlar burada katılaştılar. Diğer taraf, faşist şeflik rejimini sürdürmek üzerine katılaşmıştı. Bu bölünmenin kısa sürede ortadan kalkması güç gözüküyor. Bu bölünmenin ortadan kalkması için bu siyasi partilerin temel görüşlerinde değişiklikler yapması gerekir. Burjuvazinin bu iki kesimi arasında çatışma devam edecek. Burjuva sınıf saflarında sosyoloji bakımından da bir bölünme var. Devrimci hareket bakımından bunun yarattığı hem imkan hem de riskler var. Burjuvazinin böyle bir iç çatışma, yarık halinde olması iyi bir şey ama bu durum aynı zamanda kitleleri maniple etme imkanını da artırıyor. Öbür yandan iki burjuva klik etrafında toplumu katılaştıran, kutuplaştıran özelliği var. Bu da devrimcilerin, ilerici kuvvetlerin işini zorlaştırıyor. Bizim politik İslamcılık, Türk milliyetçiliği ve milliyetçilikle mücadeleyi, emekçilerin, işçi sınıfının acil talepleri ile bu mücadelelerin nasıl birleştirileceği sorunlarını yeni baştan, daha kapsamlı, daha derinlikli olarak düşünmemiz gerekiyor. Çünkü politik mücadelenin esası kitleleri kazanmak üzerinedir. Dolayısıyla bizim ilerici, devrimci, sosyalist güçlerin, birleşik mücadele güçlerinin temel sorunu, kitleleri nasıl kazanacağımızdır. Burjuvazinin iki klik halinde olmasının bize sunduğu imkanların nasıl değerlendirileceği konusudur. 

Son olarak eklemek istediğin şeyler var mı?
Millet İttifakı’na zaman zaman ya da sistematik olarak elini uzatan kesimler -örneğin Sol Parti gibi- toplumda Türk İslamcı etkinin yayılmasında objektif olarak bir rol oynamış oluyorlar. Millet İttifakı da Türk İslam sentezinin yayılmasında taşıyıcı bir işlevi yerine getiriyor. CHP ne kadar bununla çelişkili olsa da, bu taşıyıcılık görevi gerçek bir durum olarak ortada. CHP, muhafazakar ve politik İslamcı kesimlerle kuşatılmış durumda. Sadece Sol Parti değil, TİP de, EMEP de Millet İttifakı’na sempati ile baktı, işbirliğini kotarmak için çalıştılar. 

Sosyalist Güç Birliği, Emek ve Özgürlük İttifakı’nı boşa düşürmek için tasarlanmış bir şeydi. Ne oldu SGB? TKP ne oldu? Sol Parti ne oldu?

Son olarak şunu vurgulamak istiyorum. Seçimin ortaya çıkardığı veriler üzerinden bir kez daha kitlelerin durumunu, kitlelerle ilişkileniş ve politika tarzımızı analiz etmek, buradaki durumu devrimci bir eleştiriyle gözden geçirmek, kitleleri kazanmak ve kitle ilişkilerimizi güçlendirmek, emekçi sol örgütlerin kitleler içindeki yayılma vb. sorunlarını genişliğine ve derinliğine düşünmek gerekir. Ayrıca ittifak ilişkilerinde ortaya çıkan sorunlar ve bunların çözüm tarzını gözden geçirmek, mücadeleyi ileriye götürecek yöntem ve tarzlar bulmak, işe yaramayanları devreden çıkartmak gerekiyor. 


Özgür TV – 15.05.2023

Tags: , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑