Tarih

Published on Nisan 30th, 2023

0

Hoş Geldin Bir Mayıs, Ey Ulu Münci! | Ayşe Hür


1900’lerden günümüze 1 Mayıs anmaları…

1 Mayıs’ın İşçi Günü olarak tarihselleşmesi, Chicago’da 1 Mayıs 1886 günü düzenlenen genel grevle olmuştu. Grevin ve gösterilerin amacı, 1867’de kabul edilmesine rağmen henüz hayata geçirilmeyen 8 saatlik çalışma yasasının uygulanmasını sağlamak ve günlük 12-14 saatlik çalışma sürelerini protesto etmekti. Ancak 3 Mayıs’ta barışçıl hava bozulmaya başladı ve greve katılan işçilerin bazıları işten atıldı. Grevci işçilerle grev kırıcı işçiler arasında başlayan gerilim kavgaya dönüştü ve bu sırada polisin grevci işçilerin üzerine ateş açmasıyla bazı işçiler öldü.

İşçiler, polisin bu saldırısını kınamak ve protesto etmek için, 4 Mayıs’ta Chicago’da Haymarket adlı meydanda bir miting yaptılar. Miting sonuna doğru, meydanda 200 civarında gösterici kalmışken 176 silahlı polis kalabalığa saldırdı. Derken, kimliği günümüzde de hala bilinmeyen “derin” birileri Amerikan tarihinde ilk kez polise doğru bir dinamit (boru bomba) fırlattı. Bombanın etkisi ile önce bir polis ölürken panikleyen polislerin sağa sola ateş etmesi nedeniyle yedi polis daha öldü, 69 polis ise yaralandı. Ertesi gün ülke genelinde sıkıyönetim ilan edildi. Yerel sendikalar ve sendika gazeteleri süresiz kapatıldı, işçi liderleri tutuklandı ve evler basıldı.

Haymarket Olayı sonrasında ölen toplam sekiz polise karşılık, adeta misilleme yaparcasına miting düzenleme komitesinden sekiz işçi tutuklandı. Tutuklamalar sonrasında iki ay sürecek olan Amerikan tarihinin en ünlü davalarından birinin 20 Ağustos 1886’da idam kararlarıyla son bulması kimseyi şaşırtmadı elbette. Jüri 8 kişiyi de suçlu bulmuş, 5 işçinin idam edilmesine 3 işçinin ağır hapisle cezalandırılmasına karar vermişti. İdama mahkum edilenlerden en genci, idamından bir gün ince intihar etti.

Haymarket, 4 Mayıs 1886

1 Mayıs’ın ‘Uluslararası İşçi Günü’ kabul edilmesi ve heykeller

Haymarket davasının sonuçlanmasından ve idamların infaz edilmesinden 2 yıl sonra, 14-21 Temmuz 1889 tarihinde Paris’te toplanan İkinci Enternasyonal’in 1. Kongresi’nde Fransız delegasyonu tarafından verilen bir teklifle, her yıl 1 Mayıs günü, hem yargılamaların adaletsizliğini göstermek hem de 1 Mayıs 1886 grevleri ve 4 Mayıs 1886 Haymarket “şehitlerini” anmak için, “Uluslararası İşçi Günü” olarak kabul edildi. İlk 1 Mayıs ertesi yıl, yani 1890’da kitlesel olarak Paris, Viyana gibi Avrupa şehirlerinde, Küba, Peru ve Şili’de kutlandı.

1 Mayıs 1906, İzmir Arapça beyanname

Yıl 1906, yer İzmir-Basmahane

Osmanlı ülkesinde işçi hareketleri 1860’lı yıllara kadar geri gitmekle birlikte 1 Mayıs anmalarının/kutlamalarının tarihi o kadar eski değildi. İstanbul’da 1908’den çok önce, Kağıthane Çayırı’nda amelelerin helva yiyerek ya da kuzu çevirerek 1 Mayıs Bayramı’nı kutladığı rivayet edilirse de elimizde belgesi olan ilk kutlamayı 9 Eylül Üniversitesi’nden Oktay Gökdemir’den öğrendik. Gökdemir’e göre 1906 yılında İzmir’in Basmahane bölgesindeki işçi kıraathanelerinde dağıtılan Arapça el ilanlarında günümüz Türkçesiyle şunlar yazıyordu bu ilanlarda:

“Yurtsever Kardeşlerim! Şerefli Gazete Çalışanları! Haberiniz olsun ki, 1 Mayıs Dünya İşçileri Bayramı münasebetiyle amele kıraathaneleri civarındaki tren istasyonu mevkiinde toplantı ve gösteri vardır. Dernek (Cemiyet) Reis Vekili Celil ve İsameddin Efendi 1906.”

Belgenin aslının DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nın arşivinde bulunduğu söyleyen Gökdemir, bildirinin neden Arapça olduğuna dair görüşünü şöyle açıklamış:

“1906 gibi çok erken bir tarihte II. Abdülhamit’in hafiyelerinden ve jurnalcilerinden kurtulabilmek için bildirge Arapça kaleme alınmış olabilir. İkinci ve akla daha yatkın etken ise Basmane ve civarında 19. yüzyıl itibarıyla Kireçlikaya’daki Dana meydanı civarında ikamet eden Afrika kökenli amelelere bir çağrı olarak düzenlenebileceğidir. Zira bu dönemde o mahalde amele kıraathanelerinin mevcut olduğunu ve burada da daha çok Afrika kökenlilerin yaşadığını tarihsel kaynaklar bize aktarmaktadır.”

1909’da İstanbul’daki ilk kutlama

Bu iddia ile ilgili tartışmalar henüz bitmedi ama İstanbul’da ilk 1 Mayıs 1909’da Yunan sosyalist gazetesi Ergatis (Irgatlar) çevresinden Rum emekçiler Sivaçev, Papadopulos ve arkadaşları tarafından Kağıthane’ye bir “gezi” şeklinde kutlanmıştı. Zaten o yıl Rumi takvime göre 13 Nisan’da patlak veren “31 Mart Olayı” yüzünden daha fazlası mümkün değildi. Ancak 1910’da Taksim’deki Pipino Bira Fabrikası bahçesinde Ergatis çevresi ile Ermeni Taşnak ve Hınçak partilerinin davetiyle 500 işçi tarafından bir kutlama, katılımlarla 1000 kişiyi bulan grubun yakalarında kırmızı kurdelelerle sahile doğru yürüyüşüyle bitmişti. Bu anma, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nde “Parvus” adıyla tanınan Rusya doğumlu gazeteci ve kuramcı Alexander Helphand’ın bir mektubunda da yer alıyordu.

Amasra dalgakıranındaki Mai 1 yazıtı

Amasra dalgakıranındaki 1 Mayıs yazıtı

Elimizde fotoğraf dışında başka türden fiziki kanıtları olan bir diğer 1 Mayıs anması, Amasra dalgakıranı üzerindeki “1911, MAI 1” şeklindeki taşa kazınmış Fransızca yazıttan öğrendiğimiz gibi Amasra yapılmıştı. Yazıtı Osmanlı tarihi uzmanı ve Amasra mukimi Necdet Sakaoğlu 2005 yılında tespit edip fotoğraflamış.

Necdet Sakaoğlu, Amasra dalgakıranına bu taşın nasıl geldiğini ve üzerinde ibarenin kim tarafından yazılmış olabileceğini Toplumsal Tarih dergisinin Mayıs 2006 tarihli 149. Sayısında şöyle anlatıyor:

“1869 Dilaverpaşa Nizamnamesi ile sınırları çizilen Havza-i Fahmiye’de (yani bugünkü Zonguldak Taşkömürü Havzası’nda) ünlü Ermeni mimar Sarkis Balyan’ın (ö.1899) da kömür ocağı açma imtiyazı vardı. Sarkis Balyan’ın varisleri bu imtiyazı ve ek olarak liman işletme imtiyazını yeniletebilmek için bir dalgakıran inşa ettirmişlerdi. Dalgakıranın taşlarından bir kısmı Amasra Kalesi’nden getirilmişti.”

Sakaoğlu’na göre konumuz olan taş blok da muhtemelen kaleden gelmişti ve yazıtın Fransızca olmasından dolayı, yerli işçilerden biri tarafından değil, Balyanların İstanbul’dan gönderdiği gayrimüslim teknisyenlerden biri tarafından taşa kazınmış olması daha akla yakındı.

1909, Üsküp’te 1 Mayıs anması

1 Mayıs 1911’de Üsküp, Selanik, İstanbul ve Edirne’de kutlandı. Selanik’teki kutlamalara 14’ten fazla sendika, Yahudi, Bulgar, Yunan ve Türk işçiler katıldı. Yük arabası sürücüleri, mavnacılar, liman ve yükleme boşaltma işçileri iş bıraktılar. Mitinge 2000’den fazla kişi katıldı ve dört dilde konuşmalar yapıldı.

1 Mayıs 1912, Belvü Bahçesi


Yıl 1912, yer Pangaltı’ndaki Belvü Bahçesi

Osmanlı sosyalistlerinden “İştirakçi” Hilmi’nin yayınladığı İştirak dergisinin 2. sayfasındaki bir fotoğrafın altındaki “Pangaltı’daki Belvü Bahçesi’nde, Efrenci (yani Miladi) 1912 senesi Mayısının birinci günü, Osmanlı Sosyalistleri tarafından idare edilen 1 Mayıs Bayramı” yazısına bakılırsa 1 Mayıs bayramı, “hürriyetin ilanından” dört yıl sonra Osmanlı ülkesine daha güçlü bir biçimde girmişti. Bu bayramda neler olduğunu bilmiyoruz ama Selanik’te, bir parkta toplanmak isteyen göstericiler dağıtıldı.

Ohannes Şaşkal’ın AGOS’ta yayımlanan “Taniel Varujan’ın ‘Bir Mayıs’ı” başlıklı yazısında  https://www.agos.com.tr/tr/yazi/23980/taniel-varujanin-bir-mayis-i belirttiğine göre, Osmanlı coğrafyasında 1 Mayıs’la ilgili ilk şiir büyük olasılıkla Varujan’a ait ve bu şiir 1 Mayıs 1912 tarihinde, İstanbul’da yayınlanan Azadamart gazetesinin 874. sayısında yayınlanmış. Şaşkal’ın belirttiğine göre, Varujan’ın, Pagan Şarkılar (Hetanos yerker) adlı kitabının, Golgota Çiçekleri (Goğgotayi dzağigner) başlığı altındaki üçüncü bölümünde, on yedi parçadan oluşan “Bir Mayıs” şiirinden başka, İşçi Kız (Panvoruhin), Bekleyiş (Isbasum), Terkedilmiş (Ingetsigı), Ölen İşci (Mernoğ Panvor), Aldatılmış Bakireler (Khapvats Guyser), Makinalar (Mekenanerı), Ara (Tatar) gibi politik nitelikli şiirleri de yer almakta imiş.

Cihan Harbi yıllarındaki kutlamalar

İstanbul’da yayımlanan gazetelerden takip edebildiğimiz kadarıyla 1913 yılından itibaren 1 Mayıs’lar yasaklanmaya ve engellenmeye başlanmıştı. 1914’te patlak veren ve İttihatçıların imparatorluğu bir oldu bittiyle soktuğu Cihan Harbi’nin Osmanlı Devleti’nin emek gücüne, işçi hareketine ve gelişmekte olan sınıf bilincine büyük ölçüde zarar vermiş, işçi nüfusunun yoğun olduğu Rumeli’nin özellikle Selanik’in yitirilmesi hem işçi kaynağı hem de hareket açısından önemli bir kayba sebep olmuştu. Buna rağmen Osmanlı Devleti’nin savaşın ilk yıllarında eğitim için Almanya’ya gönderdiği işçilerin, usta zanaatkârların ve öğrencilerin 1918 sonrasında Alman sosyalist hareketinden ve 1917 Bolşevik Devrimi’nden feyz alarak Türkiye’ye dönmesi Mete Tunçay’ın tabiriyle Osmanlı solculuğuna yeni bir enerji kazandırdı.

30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonra işçiler bir yandan ücret, iyi iş koşulları ve sınıf mücadelesi içindeyken bir yandan da İstanbul Hükümeti-İtilaf Devletleri’nin işgal güçleri ve bunlarla Ankara hükümeti/Anadolu hareketi arasında ikilemde kalmışlardı. Beynelmüttefikîn (İşgal Kuvvetleri) Zabıta Komisyonu eğer işgali kabullenirlerse, örgütlenmelerine itiraz etmiyordu. Buna karşılık Ankara hükümeti grev yaparak işgal güçlerini zayıflatmalarını bekliyordu onlardan.  Sonunda işçi çevreleri İşgal Güçleri’yle çatışmaya içine girmemeyi seçtiler ve bu sayede 1 Mayıs 1919’de İstanbul ve İzmir’de binlerce kişinin katıldığı mitingler yapıldı. 

Yıl 1921, İşgal altında ilk kutlama

Ancak 16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edilince İstanbul’daki sendikalar 1 Mayıs kutlaması yapmamıştı. Nitekim 1 Mayıs 1920 tarihli İkdam gazetesinde “1 Mayıs tatilinin her yıl ülkede az çok yansımaları olduğu halde, bu yıl amele sınıfının ülkedeki olağanüstü durumu göz önüne alarak işi bırakmayacağı” yazılmıştı. Ancak bir iddiaya göre yine de “İştirakçi” Hilmi’nin liderliğindeki Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF) çevresinden bir grup “Türkiye Müstakil Olacak” pankartıyla Haliç’ten Beyoğlu’na yürümüştü. Bu arada Anadolu’da bazı illerde, örneğin Trabzon’da kutlamalar yapılmış, Yunanistan ve Britanya protesto edilmişti. Daha ilginci Trabzon’daki 1 Mayıs gösterilerinde Enver Paşa ve Lenin lehinde sloganlar atılmıştı.

1921 yılının Nisan ayının son günlerinde, İşgal Kuvvetleri tarafından “amelenin işi bırakması ve tatil yapması halinde” ortaya çıkacak olayların “askeri suç addedileceği ve faillerinin askeri mahkemede yargılanacağı” ilan edilmişti. Ancak tehditler ameleleri yıldırmadı ve Ramazan ayına rastlayan 1 Mayıs 1921 günü, mavi gömlek ve kırmızı boyun bağı takmış, hepsi de kırmızı rozetli, bindikleri arabalara da kırmızı bayrak çekmiş olan grup TSF mensupları İştirakçi Hilmi liderliğindeki iş bırakma eylemi yapmıştı. Böylece Fatih, Aksaray ve Harbiye hatlarındaki tramvaylar, Karaköy, Beşiktaş ve Tünel-Şişli hattındaki arabalar çalışmamıştı. Şirket-i Hayriye vapurunun seferleri iptal edildiği için Boğaz’da oturanlar şehre inememişti. Haliç İdaresi çalışanları da işi tatil ettiği için halk ancak pazar kayıkları ile köprüye gelebilmişti. Haydarpaşa-Pendik ve Sirkeci-Çekmece hattındaki banliyö trenleri de durduğu için İstanbul’da hayat felç olmuştu. Bayram dolayısıyla TSF’nin Babıali Caddesi üzerindeki merkezine “kırmızı bayrak” çekilmiş, bando sabah 10.00’dan akşam 23.00’e kadar Beynelmilel Marşı’nı yani Enternasyonal’i çalmıştı.

Ertesi günkü gazetelerde işçi bayramı değil daha çok Ramazan yazıları vardı ama  yine de işçilerin taşıdığı pankartlarda şunların yazdığı belirtiliyordu: “Türk Amelesi Sendika İster”, Türk amelesi irticaya karşı amansız bir mücadele açmalıdır” Burjuvazinin zulmünü protesto ediyoruz”, “8 saat iş saat istirahat, 8 saat uyku”, “Mürteciler, Muhtekirler, Kapitalistler, Emperyalistler Kahrolsun” ve “Bütün dünya İşçileri Birleşin” Bu son pankartın üstünde Karl Marx’ın portresinin bulunuyordu diyor bir haber…  Mersin’de düzenlenen gösterilerde de bir taraftan Fransız donanması protesto edilmiş, diğer taraftan da “Çok yaşa 1 Mayıs”, “Kahrolsun emperyalizm” sloganları atılmıştı.

1 Mayıs 1922, ilk kitlesel kutlama

Dönemin gazeteleri 1 Mayıs 1922’de İstanbul’da yapılan kutlamaları hem katılan kitlenin çeşitliliği hem de sayısal büyüklüğü açısından bir “ilk” olarak nitelemişlerdi. Örneğin Bulgaristan Komünist Partisi’nin yayın organı Ziya’nın 10 Mayıs 1922’de yayımlanan 25. Sayısında şöyle deniyordu: “1 Mayıs günü İstanbul’da ilk defa olarak her millete mensup kadın ve erkek beş altı binden fazla işçinin iştirakiyle Kağıthane’de aktedilen muazzam mitingte Dr. Şefik Hüsnü bir nutuk okudu.”

Fransız Askeri Arşivi’ndeki belgelere göre ise katılım Ramazan’a rastladığı için 3.500-4.000 kişi arasındaydı ve çoğunluğu TSF üyelerinden oluşuyordu. Bunun dışında tramvay, tünel, elektrik işçileri, Unkapanı mavnacıları, Haliç vapurları memur ve işçiler, Beykoz ile feshane fabrikaları baskıcıları vardı. O gün Sultanahmet Meydanı’nda toplanan emekçiler Pangaltı yönüne doğru yürüyüşe geçmişler, Galata’dan gelen bir başka grupla birleşip bando eşliğinde Beynelmilel Marşını söyleyerek Kağıthane sırtlarına gitmişlerdi çünkü İşgal Kuvvetleri bu sefer ancak “nümayiş yapmamak koşuluyla” yürüyüşe izin vermişti. Fransızlara göre işçilerin talepleri taşınan pankartlarda şöyle dile getiriliyordu: “8 saat mesai, 8 saat istirahat, 8 saat uyku”, “Ekmek istiyoruz”, “Tramvay, tünel ve elektrik şirketlerinin artan baskılarını protesto ediyoruz.”

Kağıthane’de TSF ve Dr. Şefik Hüsnü’nün liderliğindeki Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’ndan (TİÇSF) isimler konuşma yapmışlardı. 1920’de Bakü’de Mustafa Suphi liderliğinde kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin Anadolu’daki yasal kolu olan Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası’nın yayın organı olan Yeni Hayat’ın 1 Mayıs 1922 tarihli Nüsha-i Fevkaladesi’nde şunlar yazıyordu: “Amele kardaşım, yoldaşım, arkadaşım! Bir Mayıs gününü sana tebrik eylerim. Bugün mefkuremiz henüz çocuk halindedir. Atideki o koca saadet-i beşer sizindir. Mecmuamız 1 Mayıs bayramını umum cihan amelesine tebrik etmeyi kendisine en büyük şeref bilir.”

Ankara’daki kutlamalar ise “resmi düzeyde” idi. 1 Mayıs 1922 günü Sovyet Rusya Sefareti’ndeki kutlamalara TBMM İzmir Mebusu Yunus Nadi ile Menteşe Mebusu Tevfik Rüştü ile Rus Sefaret mensupları katılmıştı.

İzmir İktisat Kongresi’nde 1 Mayıs talebi

20 Kasım 1922 günü başlayan Lozan Barış Görüşmelerine Musul, kapitülasyonlar, borçlar ve Boğazlar gibi önemli konularda anlaşmaya varılamaması üzerine ara verildiği günlerde, Batı’ya “kapitalist selamlar” göndermek üzere 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında toplanan İzmir İktisat Kongresi’ne katılan çiftçi, tüccar, sanayi ve ticaret erbabından hükümet tarafından seçilmiş 1135 delege arasında işçiler de vardı. Kongre sonunda İşçi Grubunun İktisat Esasları adlı sonuç belgesinin 1. Maddesinde “amele namiyle hitap edilmekte olan kadın ve erkek erbab-ı say ve amele bundan öyle işçi denilmesi” yazıyordu. 5. Maddesinde tarım işçilerinin dışında bütün işçiler için bir saat istirahat hariç sekiz saat olması karara bağlanmıştı. Nihayet 14. maddesinde “1 Mayıs gününün Türkiye işçilerinin bayramı olması kanunen karara bağlanmıştı.”

Ancak 1 Mayıs 1923’te işçilerin ikiye bölündüğü görüldü. Ankara Hükümeti’ne yakın olan Umum Amele Birliği, Sultan Ahmet Meydanı’ndaki merkezinde İstiklal Marşı ile bayramı kutlarken, DİÇSF mensupları, Babıali Caddesi’ndeki Mürettibin Cemiyeti binasında Beynelmilel marşını söyleyerek kutlamıştı bayramı. Sonucu tahmin etmek zor değildi, ikinci gruptan 20 kişi, geceyi nezarethanede geçirmişti.

Eski düzeni sembolize eden İstanbul’un adeta terkedildiği, yeni devletin kalbinin Ankara’da çarptığı 1924 kutlamalarının liderliğini hükümetin sevdiği Umum Amele Birliği üstlenmişti. Birlik, TBMM’nin bir yıldır İzmir İktisat Kongresi’ne kararlaştırılan Mesai Kanunu’nu çıkarmamasını protesto etmek için sokağa çıkma kararı alınca baltayı taşa vurmuştu. Çünkü 30 Nisan gecesi bütün karakollara “Her türlü nümayiş ve hareket-i merasimiyenin” engellenmesini emreden bir yazı gitmişti. Bundan habersiz olan birlik mensupları genel merkezlerini kırmızıyla donatıp bando eşliğinde Beynelmilel Marşını çalarken polis sol dergi ve gruplara baskın yapmakla meşguldü. Sonuçta, hükümete yakın işçilerin dahi, değil meydanlara çıkması, 1 Mayıs’ı bina içinde bile kutlamaları mümkün olmadı.

Takrir-i Sükûn yasakları

1925’te 1 Mayıs Cuma gününe rastladığı için tatil krizi yaşanmayacaktı ancak 13 Şubat 1925’te patlak veren Şeyh Said İsyanı bahane edilerek çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu’nun demir balyozu altında geçecekti. Kutlamaları örgütlemeye çalışan Amele Teali Cemiyeti’ne (Mustafa Suphilerin TKP’sinin etkin olduğu bir cemiyetti) Emniyet Müdürlüğü, “açık mahalde miting ve gösteri yürüyüşü yapamayacaklarını” ancak “temsilci bir heyetin valiyi ziyaret ederek amelenin hissiyat ve temenniyatını bildirmesinde bir mahzur olmadığını” söylemişti.

Onlar da uslu davranıp bununla yetindiler ancak, cemiyet yayınlarından “Mayıs 1 Nedir?” başlıklı risalenin işçilere dağıtılması, cemiyet yöneticilerinin Ankara İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilmesine yetti. Mahkeme 12 Ağustos 1925 tarihli kararıyla 38 kişilik bir grubu “komünistlik teşkilat ve propagandası yapmak suretiyle dahili emniyeti ihlal ve binnetice hükümet şeklini değiştirmeye matuf fiil ve hareketlerde bulunmak” suçunu işledikleri için 7 yıldan 15 yıla kadar kürek cezalarına çarptırdı. En ağır cezalar (ilk üçü başlarına gelecekleri hissedip, mahkemeden önce yurtdışına kaçmayı akıl eden) Dr. Şefik Hüsnü (Değmer), Nazım Hikmet ve Hasan Âli (Ediz), Şevket Süreyya (Aydemir), Dr. Hikmet (Kıvılcımlı) ve Sadrettin Celâl’ (Antel) verilmişti.

Amele Teali Cemiyeti’ne üye olduğu için tutuklananlardan Yaşar Nezihe (Bükülmez) Hanım “Ey işçi/bugün hür yaşamak hakkı seninken/Patronlar o hakkı senin elinden almışlar/sa’ayınla edersin de “tufeyli’leri zengin/kalbinde niçin yok ona karşı yine bir kin?” diye başlayan şiirini belki de o yıl kaleme almıştı.

1 Mayıs 1926’da işçiler, önceki yıldan aldıkları dersle tedbirli davranıp, 1 Mayıs’ın “dünya amelesince bir yevm-i mahsus” olduğunu söyleyen gazete makaleleri ile yetindiler. Bu uyumlu tavırlarının ödülü, sekiz ay önce ağır cezalara çarptırılan sendika önderlerinin affedilmesi oldu.

1 Mayıs 1927’de yine Amele Teali Cemiyeti’nin önderliğinde yapılan kutlamaların en önemli unsuru “8 saat iş, 8 saat istirahat, 8 saat uyku” yazılı pankartlardı. Kutlamalarda okunan bir şiir şöyleydi: “Hoş geldin Bir Mayıs işçinin günü/Dağıt rüzgâr gibi gönülden gamı/Karakış günleri yansın kül olsun/Kırmızı çiçekli bahar uyansın/Hoş geldin Bir Mayıs ey ulu münci/Kurtuluş yolunun ilk dönemeci/Bir Mayıs bize şiar getirmiş/Yaşasın, yaşasın sekiz saat iş/İş sekiz saat, uyku sekiz saat/ Sonra sekiz saat ders ve istirahat/ Bir Mayıs Bir Mayıs ilk dileğimiz/Yaşatacak seni tunç bileğimiz.”

O yıl 1 Mayıs kazasız atlatılmıştı ama Ekim ayında zabıta cemiyetin defterlerine ve kayıtlarına el koydu, 1928’deki Şark Şimendiferler ve İstanbul Tramvay grevlerinden sonra da Cumhuriyet döneminin tek işçi örgütü ebediyete intikal ettirildi!

1929’da Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve 33 arkadaşının tutuklandığını ve çeşitli hapis cezalarına çarptırıldığını, 1930’da 1 Mayıs öncesinde İstanbul, İzmir ve Adana’da bildiri dağıtan TKP’lilerin tutuklandığını ve Ağustos ayında tutuklamalara devam edildiğini, 1931’de Nazım Hikmet’in “komünizm propagandası” yaptığı gerekçesiyle yargılanmaya başladığını, 1932’de Haliç Defterdar’da Zeki Baştımar’ın evinde toplanan TKP 5. Kongresi’nden sonra İstanbul, İzmir, Edirne ve Samsun’da geniş tutuklamaların yapıldığını, 1933’te İstanbul ve Bursa’da “komünist tevkifatına” devam edildiğini bilince, bu dönemde neden kamusal alanlarda 1 Mayıs kutlamaları olmadığını anlayabiliyoruz.

“1 Mayıs Bayramını SSCB’de Geçiriniz!”

Komünistlere göz açtırmayan Ankara Hükümeti 1934’te “Türk sanayisinin cihazlandırılması için” Ankara’da SSCB ile bir protokol imzalandığında bir Türk Saylavlar Heyeti’ni (o yıllarda Öztürkçecilik akımından dolayı “saylav” deniyordu), 1 Mayıs törenlerine katılmak üzere Moskova’ya ve Leningrad’a gönderirken, 1935’de Montreaux (Montrö) Boğazlar Sözleşmesi’nin arifesinde Boğazlar konusunda Türk tezlerine destek sağlamak için SSCB’ye giden bir başka Saylavlar Heyeti de Moskova’daki 1 Mayıs törenlerine katılmıştı. Daha da ironiği, 21 Mart 1935 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “1 Mayıs Bayramını SSCB’’de geçiriniz” şeklindeki ilandı. Görülen oydu ki, hükümet için 1 Mayıs içerde “komünist avına bahane”, dışarıda bir turizm faaliyetiydi!

Yıl 1935, 1 Mayıs Bahar Bayramı oluyor

Yine de ilginçtir, 27 Mayıs 1935 gün ve 2739 Sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller hakkındaki Kanun’un 2. maddesinin c bendine göre, Bir Mayıs “Bahar Bayramı” olarak tescil edildi. Kanunun esbab-ı mucibe lahiyasındaki cümle şöyleydi: “Yılbaşı olan 31 Aralık ve 1 Ocak günleri ile bahara başlangıç  sayılan 1 Mayıs’ın, bütün dünya milletlerince bayram olarak kabul edilmesi hasebile, bizde de bayram olarak kabulü derpiş edilmiştir.”

Kanunun kabulünden önce Giresun Milletvekili Hakkı Tarık Us “Mayıs’ın birinci günü bir tatil günü olarak kabul ediliyor. Komisyon buna (Bahar bayramı) adını vermiştir. Anlamak istiyorum. Bunun esbabı mucibesi (yani sebebi) nedir, başka ad bulunamaz mı idi? sorduğunda Dahiliye Vekili Şükra Kaya “Memleketimizde tatil günlerimiz azdır. Çalışkan bir milletin istirahat hakkıdır. Bu sıhhi ve içtimai bir meseledir. Vaktiyle tatil günlerinde daha biz istirahatı bilmezdik. Onun için camianın uzun senelerden beri alışkın olduğu bu tatil günlerini çok görmeyelim” diye cevap vermişti. Hakkı Tarık Us “Çok görmüyorum. Bahar bayramı diyorsunuz, onu soruyorum” dediğinde de Şükrü Kaya “Mayıs baharın gelişidir. Memleketimiz çiftçidir. Bu ayda her taraf yeşillenir ve her tarafta zirai faaliyet artar. Siz ister mayıs bayramı deyiniz ister bahar bayramı deyiniz” diye soruyu savuşturmuştu. TBMM’nin sosyalist veya enternasyonalist fikirlere yakınlık duyan hiç üyesinin olmadığı tartışmaların bu noktada kesilmesinden anlaşılıyordu. 

1940’ların klasiği, tescilli komünistlerin her 1 Mayıs öncesinde evlerinden toplanıp 1 Mayıs geçene kadar gözaltında tutulmaları ve yasaklanmış Türkiye Komünist Partisi’nin İstanbul örgütünce dağıtılan gizli bildiriler idi.

Demokrat Parti ve 1 Mayıs düşmanlığı

14 Mayıs 1950’de, CHP’den doğma Demokrat Parti’yi (DP) ezici bir çoğunlukla iktidara geldi. DP döneminde değişmeyen ise, “komünizm paranoyası” idi. Soğuk Savaş Dönemi’nde olduğumuza göre, bu gayet normaldi. Temmuz ayında Erzurum Milletvekili Emrullah Nutku, Ulusal Bayram ve Genel Tatiller hakkındaki Kanunun 2. maddesinin değiştirilmesine dair kanun teklifi verdi. Gerekçe olarak şöyle diyordu: “14 Mayıs 1950 tarihli, siyasi hayatımızda hakiki mânası ile millet hâkimiyetinin tahakkuk ettiği ve iktidarın normal bir seçimle değişmesine fırsat veren mesut gündür. Bugünün millî hayatımızda sayılı günlerden biri olması hasebiyle resmî tatil günü yapılarak halk tarafından yıldönümlerinin tesidi Türk âmme vicdanının arzuladığı bir olaydır. Buna mukabil millî tarihimizle hiçbir ilgisi olmayan ve dünya milletlerinin bugün ıstırabını çektiği bir rejimin emellerine hizmet eden 1 Mayıs Amele Bayramının yurdumuzda Bahar Bayramı olarak resmî tatil günü kabul edilmesinin âmme vicdanında nahoş akisler hâsıl ettiği malûmdur. Bu sebeple 1 Mayıs Bahar Bayramının kaldırılarak yerine 14 Mayıs gününün resmî tatil kabul edilmesi hakkında hazırladığım kanun tasarısını Büyük Meclisin yüksek tasvibine, arz ederim.”

Aynı tarihte DP İzmir Milletvekili İncekara da bir teklif vermiş ancak o sadece 14 Mayıs gününün Demokrasi Bayramı olmasını teklifle yetinmiş 1 Mayıs Bahar Bayramı’nın kaldırılmasını önermemişti. Bir başka DP’li Erzurum Milletvekili Emrullah Nutku ise 1 Mayıs’ın İşçi Bayramı olmaktan çıkarılması için en fazla kanun teklifi veren kişiydi.

Sendikaların “uysal tavrı”

Bu kişiler başarılı olamadılar fakat CHP döneminde başlayan “komünist tevkifatı” ve bir Soğuk Savaş klasiği olan “komünizmi tel’in mitingleri” DP döneminde de dörtnala sürdü.      1951 yılındaki tevkifatta 118 komünist tutuklandı. Sendikaların önderliğinde ilki 26 Ağustos 1950’de İstanbul, Adana ve Eskişehir’de yapılan ardından 1952 ve 1953 yıllarında Eskişehir, İstanbul, Ankara ve İzmir’de “komünizmi tel’in” için açık hava mitingleri yapıldı. Bu mitinglerin başını 1952’de kurulan sarı sendika Türk-İş’in çekiyordu.

1 Mayıs’la doğrudan ilgili şu satırlar dönemin gazetelerinden: “Türk-İş’in İzmir’deki birinci genel kurul toplantısında bu husus müzakere edilmiş ve neticede [komünistlerin kutladığı] 1 Mayıs yerine 6 Eylül tarihinin işçi bayramı olarak kabul edilmesi uygun görülmüş ve bu hususta hükümete müracaat yapılması kararlaştırılmıştır. Konfederasyonumuz bu talebi 10 Aralık 1952 tarihinde Çalışma Vekâletine arz etmiştir. Vekâletin bu arzumuzu yerine getireceğinden şüphe etmiyoruz. Konfederasyon olarak işçi arkadaşlarımıza bazı tavsiyelerde bulunmayı uygun görüyoruz: İşçi arkadaşlarımız 1 Mayıs bayramına iştirak etmesinler ve sebeplerini anlatsınlar.”

Gülhane Parkı’nda Bahar ve Çiçek Bayramı

Bu talep kabul edilmedi ama 1 Mayıs’ın geleneğe uygun kutlanmasına da izin verilmedi. Sendikaların bütün bu alttan almalarına, “uysal çocuk” tavırlarına rağmen, 1954 yılında toplanan Çalışma Meclisi’nde alınan kararlar, DP’nin işçi hakları, özellikle de grev ve bağımsız sendikacılık konusunda taviz vermeye niyetli olmadığını açıkça göstermişti. İlginçtir (ya da değildir) tüm bu fedailiklere rağmen 1956-1957’de DP’nin sendikalara karşı tutumu sertleşti. Sendikalar Çalışma Bakanlığı’nın kapısından içeri giremez, hatta Anıtkabir’e topluca çelenk koyamaz hale getirildiler. Yine de 1950’li yılların gazetelerinde yılın değişik günlerinde, uzunlu kısalı Gülhane Parkı’nda Bahar Bayramı veya Bahar ve Çiçek Bayramı adıyla kutlamalar yapıldığı anlaşılıyordu.

Yıl 1960, Menderes’in şaşırtan 1 Mayıs konuşması

İlginçtir 10 yıllık iktidarı boyunca 1 Mayıs’ı en fazla “bahar bayramı” olarak kutlatmamaya azmeden Menderes, darbenin ayak seslerinin duyulduğu 1 Mayıs 1960 günü, Saraçhane’deki belediye binasında yapılan ve radyodan yayımlanan kısa konuşmasında şöyle seslenmişti halka:

“Bugün 1 Mayıs İşçi Bayramı, işçi kardaşlarımıza elemsiz, kedersiz birçok bayramlar idrak etmelerini ve onların refah ve saadetini temenni ederken, bu gayede kendilerine her zaman yardımcı olmanın en aziz emelimi teşkil ettiğini ifade etmek isterim.”

Bu konuşmadan bir gün sonra Milliyet gazetesindeki imzasız “Durum” adlı köşede Menderes’in “işçi bayramı” nutkundan duyulan şaşkınlık şöyle ifade edilmiş: “Dünyanın birçok ülkelerinde 1 Mayıs Günü işçi bayramı olarak kutlanır. Fakat Mayıs ayının ilk gününe hususi bir önem veren ve işçi bayramını en tantanalı şekilde kutlayan memleket, Sovyetler Birliği ve onların komünist peykleridir. Bu ülkelerde, komünizm ideolojisinin hedef ve parolaları her yıl 1 Mayıs’ta büyük törenlerle tekrar ilan edilir. Dikkati çeken bir husus da Sovyetler Birliği’nde 1 Mayıs günü daima yapılan silahlı gösterilerdir. Türkiye’de de 1935’te kabul edilen bir kanunla, 1 Mayıs günü resmi bayram ilan edilmiştir. Fakat bizde bu bayramın adı işçi değil “bahar”dır. Başvekil Menderes dün yaptığı radyo konuşmasında bu bayramdan diğer memleketlerde olduğu gibi işçi bayramı adını kullanarak bahsetmiştir. Hükümet reisinin bu beyanından sonra bundan böyle bizde de 1 Mayıs günlerinin işçi bayramı olarak kutlanıp kutlanmayacağı merak çekecek bir konudur.”

Demokrat Parti’nin anti-demokratik uygulamalarını hedef alarak siyasal muhalefetin sesi olan, Hürriyet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi- ideolojik ve organik bağlar kuran liberal eğilimli Forum Dergisi’nin 15 Mayıs’ta çıkan 147. sayısında ise Menderes daha ağır şekilde eleştiriliyordu: “Başvekilin radyo konuşmaları, irticalen değil, önce düşüne taşına hazırlanarak yazıldığına, hatta konuşma banda alındıktan sonra, bu bant Radyo Evi’ne götürülmeden önce, Menderes tarafından en aşağı bir defa dinlendiğine göre, bu vasıflandırmayı bir ‘dil sürçmesi’ olarak kabul etmeğe de imkân yoktur. Yine hepimiz biliriz ki, 1 Mayıs, Marksist Sosyalistler ve Komünistler için İşçi Bayramıdır. Solcu işçilerin ‘dünya ihtilali’ gayesiyle birleşerek bayram yaptıkları gündür. Ve zaten Türk Kanun Koyucusunun 1 Mayıs’ı ‘bahar bayramı’ olarak ilan edişinin sebebi de beynelmilel işçi hareketlerinin Türkiye’de de sınıf mücadelesi şuurunu yaratmak için böyle bir günü kendilerine mal etmesine meydan vermemekten ibarettir.”

Böylece tam 25 yıl sonra yıl sonra 1935’te bir türlü açıklanmayan gerçek nedeni öğrenmiştik!

Dergi devam ediyordu: “Menderes’in 1 Mayıs’ı ‘İşçi Bayramı olarak ilan edivermesinden’ dolayı, kendisinin sola kaymaya başladığını iddia edecek değiliz. Ama şu kadarını belirtmek isteriz ki, Menderes, Bahar Bayramını kendi başına vaftiz ederek İşçi Bayramı haline getirmekle, bir kerre daha ‘yalnız Meclis’e ait olan bir yetkiyi kendisinde görmek hevesine’ kapılmıştır.”

27 Mayısçıların 1 Mayıs alerjisi

Bu konuşmadan 26 gün sonra 27 Mayıs 1960’da ordu yönetime el koyacak, ardından bir dizi yasak konacaktı, ama konumuzla doğrudan ilgili olay Milli Birlik Komitesi’nin de 27 Mayıs’ı Millî Birlik ve Hürriyet Bayramı yapmak için kanun teklifi verirken, 1 Mayıs Bahar Bayramı’nı kaldırmayı önermesiydi. Teklif şöyleydi: “1 Mayıs 1960 gününü karartarak zulüm günü haline getirmiş olması dolayısıyla bugünü kurtuluşa götüren 27 Mayıs’ın taşıdığı millî değer karşısında, 2739 sayılı Ulusal bayramlar ve Genel Tatiller Kanunu’nun 2’nci maddesinin (C) fıkrasındaki Bahar Bayramı kaldırılarak yerine 27 Mayıs ‘Millî Birlik ve Hürriyet Bayramı’ fıkrasının konması uygun görülmüş ve bu maksatla ilişik geçici kanun tasarısı hazırlanmıştır.”

Komisyon bu talebe şöyle itiraz etmişti: “Mayıs ayında 1 Mayıs Bahar Bayramı ile 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı da vardır. Bu bayramların ihdas sebepleri malûm bulunmaktadır. Bilhassa 1 Mayıs dünya devletlerinde İşçi Bayramı olarak kabul edilmiş bulunması ve bugün memleketimizde de işçiye tanınma yoluna gidilen hak ve hürriyetler dolayısıyla bu bayramın kaldırılması mahzurlu mütalâa edilmiştir.” (Elbette “emir demiri kesmiş” 1963- 1980 arasında 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı kutlanmıştı.)

Efsanevi Kavel Grevi’nden sonra 24 Temmuz 1963’te kabul edilen Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu’nun kabul tarihi olan 24 Temmuz, işçi sınıfına 1 Mayıs’ın yerine “bayram” olarak dayatılacak ve bu tarihten itibaren 1 Mayıs unutulacaktı.

1975 ve sonrası

1 Mayıs 1975, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) girişimiyle Tepebaşı Gazinosu’nda yapılan salon kutlaması ile geçtiği halde Süleyman Demirel’in liderliğindeki Adalet Partisi (AP) milletvekilleri 1 Mayıs’ı işçi bayramı olmaktan çıkarmak için çabalamaktan vazgeçmediler. Örneğin 10 Haziran 1975’te AP Tokat Milletvekili Hüseyin Abbas “Haftada 1 gün Cuma tatili için senede 50 küsur günün heba edilmesine göz yumulmamışken, bizimle hiç alâkası olmayan ve 1 Mayıs Bahar Bayramı adı altında ve aslında yalnız Sovyet Rusya’nın uyguladığı bayram günü ve yine her yıl, bizimle ne millî ve ne de dinî hiçbir alâkası olmayan yılbaşı tatilleri dolayısıyla birçok günler heba edilirken; iki kutsal bayramın yarımşar günlük arife günleri konusunda, burada muhterem Baloğlu arkadaşımızın, dinden imandan bahsederek, laiklik ihlâl ediliyor diye yaptığı konuşmasını ve bunu bu şekilde tavsif etmesini ben kendilerine lâyık göremedim” demişti ancak teklifini kanunlaştıramamıştı.

13 Mart 1976’da bu sefer AP Manisa Milletvekili Gündüz Sevilgen sahneye çıkacaktı: “Halbuki, 1 Mayıstaki Bahar Bayramı ile Yılbaşı’nın millî tarihimizle ve millî yaşayışımızla hiç bir ilgisi olmadığı gibi, hatta birisi Hıristiyan dünya için, diğeri sosyalist ülkeler için değer taşımaktadır. Halbuki, nasıl ki bizim bir dinî bayramımızda veya millî bir günümüzde Hıristiyan batı dünyasının veya sosyalist ülkelerin bayram yapması düşünülemez, ise tıpkı bunun gibi elbette başkaları için değer taşıyan bir günde de milletimizin bayram yapması düşünülemez. Bilhassa, 1 Mayıs’ın milletimiz 71 ve memleketimiz için hiçbir fevkalâdeliği yoktur. Bugün ne Türkiye’nin coğrafî bakımdan ne iklim durumu itibariyle baharın başlangıcı sayılması mümkündür, ne de millî örfümüzle o günün bir önemi vardır olsa olsa tarih boyunca milletimizin baharla ilgili eğlenme ve dinlenme günü diye itibar ettiği, 6 Mayıs örfen bayram itibar edilebilir” dedi ama neyse ki onun teklifi de reddedildi.

1 Mayıs 1976’da İstanbul Taksim Meydanı’ndaki 150 bin (bazılarına göre 400 bin) kişilik mitingle işçi sınıfı ve örgütleri nihayet “zincirleri kırdı”. 1 Mayıs 1977’deki kutlamalar ise tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçti, çünkü karanlık güçlerin açtığı ateş sonucu resmi açıklamalara göre 34 kişi ya ezilerek ya da kurşunlanarak öldü, yüzlerce kişi yaralandı.

Ertesi yıl kitleler yine Taksim’deydi ancak bu sefer, DİSK’in bazı sendikalarının ve Türkiye Komünist Partisi (“Tarihi” TKP) eğilimli demokrat örgüt ve gençlik örgütlerinin ağırlığına karşılık, katılan sendikalı işçilerin oranı daha azdı. Yasaklı olan TKP’nin pankart açması DİSK içinde tartışmalara neden olmuştu.

1979’da 1 Mayıs Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından İstanbul’da yasaklandı, ayrıca o gün sokağa çıkma yasağı da kondu. Bunun üzerine, Türkiye çapındaki kutlamalar İzmir’de Konak Meydanı’nda yapıldı. İstanbul’da, yasağı protesto için sokağa çıkan yüzlerce kişi gözaltına alındı.

1980’de kutlama yapılması İstanbul’da ve İzmir’de yasaklandı. DİSK, sıkıyönetim ilan edilmeyen Mersin’de kutlama yaptı. 12 Eylül 1980 cuntasının ilk işi 1 Mayıs’ı tatil günü olmaktan çıkarmak oldu.

1987’de 7 yıllık aradan sonra sendikalar öncülüğünde bazı milletvekilleri, aydın, sanatçı ve bilim adamları ile birlikte yaklaşık 1.000 kişilik bir grup Taksim Anıtı’na 1 Mayıs şehitlerini anmak üzere çelenk bırakmak istediler. Polis sadece milletvekillerinin araçla anıta ulaşmasına izin verdi. 1989’da Taksim’de bir araya gelen kitleye saldırıldı. Mehmet Akif Dalcı isimli bir işçi yaşamını yitirdi. 1990 yılında yine Taksim’e yürümek isteyenlere izin verilmedi. Çıkan çatışmada ODTÜ Öğrencisi Gülay Beceren felç oldu. 1996’da 1980 sonrasının en kitlesel mitingi gerçekleştirildi. Kadıköy’ü dolduran yaklaşık 150 bin insan toplandı ama yine açılan ateş sonrası 3 kişi yaşamını kaybetti. İzleyen yıllarda da emekçiler ve emek dostları, Kadıköy ve ardından şişli Abide-i Hürriyet Meydanında, kitlesel katılımlarla yapılan kutlamalarda, bayramlaştılar, taleplerini dile getirdiler, mücadele bayrağını yükselttiler.

1 Mayıs Marşı’nın hikayesi

Bu kronolojik özeti “Özbe öz yerli” olan 1 Mayıs Marşı’nın hikayesi ile tamamlayalım. Marşın söz ve müzik yazarı Sarper Özsan İşçi Filmleri Festivali’nde anlatıyor: “1974’te Rutkay Aziz’in Genel Sanat Yönetmeni olduğu Ankara Sanat Tiyatrosu, Maksim Gorki’nin ‘Ana’ romanından Bertolt Brecht tarafından aynı adla uyarlanan tiyatro oyununu sahneye koyacaktı. Oyunun müziklerini benim yapmam istendi. Memnuniyetle kabul ettim. Oyunda birçok yerde müzik vardı ve bunların sözleri Brecht tarafından yazılmıştı. Ancak sadece bir sahne, 1 Mayıs 1905 (Rusya’daki kanlı pazar) sahnesi, için hiç söz yazılmamıştı. O sahneyle ilgili Brecht şu notu düşmüştü: ‘İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler’.

Bu sahne için bir marş kullanmak gerekiyordu. Bir marş yazma ihtiyacı hissettim hem sözlerini hem bestesini hazırladım ve böylece 1 Mayıs marşı ortaya çıktı. Tabii o zaman oyun müziği olarak yazdığım bu marşın sonradan oyun sınırlarını aşarak mitinglere, devrimci gecelere çıkacağı aklımdan dahi geçmiyordu. Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) oyunu devrimci bir ruhla sahneledi. Ve bundan sonra da marş, oyunun sınırlarını aştı. Birkaç yıl içinde tüm gruplarca sevilen bir marş haline geldi. Sanırım 1976’da da artık büyük meydanlarda söylenen bir marşa dönüşmüştü.”

Gerçekten de marş “Kanlı” 1977 1 Mayıs’ında Ruhi Su Dostlar korosu tarafından büyük coşkuyla söylendikten sonra pek çok sanatçı ve grup tarafından benimsenerek popülerleşti. 

Yazıyı marşın sözleriyle noktalayalım:

1 Mayıs, 1 Mayıs işçinin, emekçinin bayramı,
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı.

Ulusların gürleyen sesi, yeri göğü sarsıyor,
Halkların nasırlı yumruğu, balyoz gibi patlıyor.
Devrimin şanlı dalgası, dünyamızı kaplıyor.

Gün gelir, gün gelir zorbalar kalmaz gider,
Devrimin şanlı yolunda kül gibi savrulur gider.


Ayşe Hür – 30.04.2023

Tags: , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑