Makaleler

Published on Ekim 29th, 2022

0

Hırsızların Reis-i Azamı! | İ. Metin Ayçiçek


Gerçekten de Kılıçdaroğlu ve CHP, MHP ile ülkücülerle kardeştir. Bu kardeşliğin kökleri, “tek dil, tek millet, tek devlet, tek bayrak” milliyetçiliğine dayanmaktadır...

“En büyük hırsız kim?” Tamam, Demirtaş yine zekâsını müthiş sergiledi. Bazı sorular vardır, yanıtları kesindir, bazıları birden fazla yanıt içerir, bazıları her tür yorumla doğrulanabilen genişliktedir ve yanıt arayan bir sorudan çok, onay arayan bir yönlendirme niteliğindedir.

“En büyük hırsız kim?” Aslında benim aklıma gelen birkaç isim var, ama en büyük hangisi bilmiyorum doğrusu. Örneğin ben 11-12 yaşlarındayken, kasabamızın bakkalı Tahir amcadan evimiz için alışveriş yaparken, Tahir amcanın sırtı bana dönük çalıştığı bir anı fırsat bilip, hemen kapının önünde koca bir torba içinde duran kuru incirden avucumun içine ne kadar sığdırabildiysem bir hamlede alıp cebime attığımı hatırlıyorum. Sonrası iyi olmadı. Okula gitmek için her gün Tahir amcanın dükkânı önünden geçmek zorundaydım. Her gün oradan geçerken Tahir amcanın beni durdurup “hırsız” diyeceğinden korkarak geçtim dükkânının önünden. Ta ki, kasabamda Lise olmadığı için Kütahya’da liseyi okurken, bir tatil döneminde geldiğimde olayı Tahir amcaya itiraf edip, adamı güldürene kadar sürdü bu azap.

Ama sanırım “yaştan avantaj sağlasam da, beş kuru incir boyunda bir olay beni “en büyük hırsız” tanımına yaklaştıramaz. Hani… Çuvallı sırtlayıp götürseydim ya da günümüzde “Devlet” dersinde pratiğiyle birlikte öğrendiğimiz biçimde dükkâna “çöküp” toptan kaldırsaydım… Belki… Yine de Demirtaş’ın sorusu kafama çok takıldı.

Önemli bir soru, gerçekten dünyanın en büyük hırsızı kimdir acaba?

***

Hazreti Google ise sanki “haddini bil, haddini bil, senden büyük sultan var” gibi inadıma inadıma bir şeyleri söylüyordu, ama net anlaşılmıyordu yanıt. “Sultan” eğer “bir ülkenin hangi adla olursa olsun, tek bir şahıs tarafından yönetilmesi” ise…

Hadi canım sen de…  Yani örneğin mesela misal, temsilde hata olmaz ve suç sayılmaz ama Tayyip Erdoğan’a da mı “hırsız” diyeceğiz şimdi?  Bu bilgi doğru olamazzz… Nayır !!!

 Araştırmaya devam ettim. “Spartalılar hırsızlığı değil, yakalanmayı cezalandırırmış.” Bakın tarihin şifresini çözmeye başladım bile: Diyalektik olarak her şey değişir. Kanıt mı? Bir zamanlar hırsızlar yakalanınca cezalandırılırmış. Ama bugün hırsızlık da, yakalananlar da değil, sadece yakalatanlar cezalandırılıyorlar.

Türkiye’de hırsızlık” konusu pek de ilgi çeken bir konu olmadığı için, okuyucuyu konuya çekebilmek için şaklabanlık yapıyorum, ama yine de işimin zor olduğunu biliyorum. Bizim ülkemiz ulusal ekonominin kalkınması için her dönemde hırsızlığı hayırlı bir iş için kullanmıştır. Örneğin Demirel’in kalkınma idealinin tipik örneği hayali ihracat sihirbazı yeğen Yahya Demirel değil miydi? Sahi, halkımızın içinden biri olan “Çoban Sülü” öldüğünde serveti ne kadardı, biliyor musunuz? Herhalde olsa olsa birkaç koyun bir de kaval kalmıştır mülk olarak. Peki şortlu-tişortlu ordu komutanı Turgut Özal’ın serveti? Tansu Çiller başbakan ve kadın olduğu için onun adına kocası uğraşıyordu bu gibi şeylerle. Ama hırsızlık demeyelim buna da, sonuçta devlet hizmeti yapıyorlardı. “Bal tutan parmağını yalar” ATASÖZÜ tam da bize yakışır bir söz değil mi? “Devlet malı deniz, yemeyen domuz!”

Herkesin ortak düşüncesidir, biliyorum: Mehmet Ağar tam bir şerefsizdi ama “devletin bekası”  adına yapıyordu bütün bunları. Eroin ticaretinin bütününü kendi kontrolü altına alarak ve satıştan elde edilen para da Müslümanlar için “haram” sayıldığından dolayı, eroinden kazandığı devletin helal parası ile karıştırmamak için kendini yaktı adam: Eroinin üstüne yatıp fitili ateşledi. Böylece katliamlarıyla ünlü Türk devletinin iç işleri bakanı Ağar, devletin bekası için kendini feda ederek namusunu sattı ve böylece en azından çocuğuna vereceği ahlak derslerin de alt yapısını oluşturdu.

Ama namussuzlukta babasına layık bir evlat olmasına rağmen profesyonel mesleği cinsel tecavüz ve kadın cinayeti olduğu için, ne yazık ki hırsızlığı konu yaptığımız bu yazının da, insanlığın da dışında tutulacaktır. Zaten babası tek başına konuyu doldurma başarısına sahiptir. Bunu aile boyu kullanabilirler.

*****

Dedim ya, Demirtaş’ın sorusu kafamı karıştırdı. Yanıtını mutlaka bulmam gerekiyordu. Araştırdıkça ulusal gururumu rahatsız eden bir şeyler çıkıyordu ortaya. Sanki birinciliği kaybedecekmişiz gibi bir korku bu… Gerçekten, kâbus gibi bir milli hastalık…

Örneğin Fransız Albert Spaggiari. Uzun zaman ekibiyle birlikte titizlikle hazırladığı müthiş bir planla 16 Temmuz 1976 günü tünel kazarak Societe Generale Banka’sının kasa odasına girdi. Buradaki 400 kasayı boşalttı ve içindeki 60 milyon Frank’a el koydu. Spaggiari bankadan ayrılırken, duvara büyük harflerle şöyle yazdı: “Sans armes, ni haine, ni violance!” (“Silah yoksa, nefret de yok, şiddet de yok!” ) (Hazreti Google.)

“Tamam, Demirtaş’ın sorusuna bir yanıt bulduuum” derken eşitim-eşyoldaşım Sevinç şaşkınlıkla itiraz etti: “Dur bağırma avaz avaz // Neyi buldun a yaramaz!” Ve devam etti: “Böbürlenme be hey Albert / Senden büyük Tayyip var!” Zaten bu Albert çok da önemli olsaydı Google onu “Dünyanın en ünlü 10 hırsızı listesinde 5. sıraya koymazdı.

Hep söylerim de bir türlü bu Türkleri anlatamam insanlara. Alçak gönüllülükte hiçbir ulus Türkler kadar olamaz. Onlar, herhangi bir devlet görevindeki üstün başarı madalyalarını göstermekten bile utanırlar. Örneğin birkaç yıl içerisinde gerçekleştirin faili meçhul cinayet doğrudan TBMM İnsan Hakları Komisyonu Raporu’nda verilen 17.500 rakamı bir rekor olduğu halde hava atmazlar. Çünkü bu alanda kendi rekorlarını sadece kendileri egale edebilirler. İşte, devletimizin genetik bir özelliği daha.

Yeniden Demirtaş’ın sorusuna gelelim: 6 harfi bir yanıt! Ulus kimliği belli değil. Karakter tanımı: “Fırıldak”. Ama soru “Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük hırsızı kimdir?” olduğuna göre Kürt olmadığı kesin!

Ahh tarih, gözün kör olsun, hiç mi unutmazsın sen?

Bilal oğlan sabahın seherinde, babasını bile yoracak bir zekâ performansıyla “hııı… hııı… öteki kasayı da mı boşaltayım babaa?” diye aptal aptal konuşurken neyin korkusu yaşanıyordu acaba? Yine de dünyanın en büyük hırsızı kimdi diye soruyor ya, çok kızıyorum Demirtaş’a çoook!

  *****

“Mitolojide Uranüs bir evlat katilidir. Babası Uranüs’ü öldürerek iktidara geçen Satürn, kendi evlatlarının da kendisine aynısını yapacağı korkusuna kapılır. Bu korku onu sonuçta babası gibi bir zalim yapar ve kendi çocuklarını yutarak öldürür. Ve atılan bu ilk adım yeni bir geleneği oluşturur. Satürn’ün evlat katliamında kaçarak kurtulan oğlu Jüpiter de babası Satürn’ü zehirleyerek öldürür.

1789 Fransız Burjuva Devrimi’nin ünlü olayıdır Devrimin önemli liderlerinden biri olan Danton, yoldaşı Robespierre tarafından idama mahkûm edilir. Ama Robespierre’de benzeri bir biçimde birkaç ay sonra idam edilir. Karl Georg Büchner, 1836 yılında yazdığı “Danton’un Ölümü” isimli eserinde “Devrim, Satürn gibidir, kendi evlatlarını yer!” sözünü Danton’a söyletir.  (…)

Osmanlı’da tahta çıkan her Sultan’ın ilk devlet görevi, iktidara ortak olmasın diye kendi özkardeşlerini öldürtmektir.

Mustafa Kemal, açık işgale karşı en büyük mücadeleyi veren Çerkez Ethem’le başlayıp bütün yoldaşlarını ya değişik bahanelerle öldürttü ya da tek tek etkisizleştirdi. Erbakan’a karşı başkaldıran “Aksaçlılar”, evlat Tayyip tarafından alaşağı edildi. Tayyip’in mutlak iktidarı içinde evlat Davutoğlu kendini dayatmaya çalıştı ama başaramadı. Türkeş’e karşı aday olabilmiş Bahçeli şimdi kendi çocukları tarafından iktidardan indirilmeye çalışılıyor. Ve oğul Kılıçdaroğlu, bir kaset tuzağıyla baba Baykal’ı alaşağı etti.

Danton haklı mıydı acaba?”

*****

Hani, söylemesi ayıptır, Deniz Baykal’ın kaset skandalı ortalığı tarumar ettiği günlerde yazmıştım: “CHP içinden birilerinin fiilen yardımı olmadan bu kaset kaydının yapılabilmesi mümkün değildir. Başka bir deyişle, bu Baykal’a yönelik bilinçli olarak hazırlanmış bir komplodur.”

Nitekim olaydan 6 yıl sonra CNN Türk’de canlı yayına konuk olarak katılan Baykal, gazeteci İsmail Saymaz’ın “Kaset olayı”na ilişkin sorusuna verdiği yanıtta şöyle diyordu: “Bu konuyu aydınlatacak benim gözümde iki tane isim vardır. Birisi zamanın başbakanıdır. Yukarıdan aşağıya doğru inin, aşağıdan yukarıya doğru çıkmayla uğraşmayın”… Hemen ikinci ismi de ifşa etmişti: “ Diğeri de sayın Kılıçdaroğlu’dur. Niçin sayın Kılıçdaroğlu? Çünkü o, Başbakan’ın o kaseti seyrederken çekilmiş görüntüsünü gördüğünü söylüyor. Yani o kaseti izlerken, gözlüğünü takıp diyerek anlattığı “onu biz gördük, tamam, bunu gönderin, yayınlayın” dediğini, gördüğünü iddia eden Ana Muhalefet Partisi lideri var, gördü.” (28.04.2016)

Komployu teknik olarak düzenleyen ise CHP içerisinde çok hızlı yükseliş gösteren ve tepelere doğru hızla tırmanan bir genç, yetenekli bir Brütüs, Korkmaz Karaca’dır. Ve Karaca, CHP içinde Komplo görevini tamamladıktan sonra, bilindiği gibi hemen AKP’ye geçmiş ve olağandışı bir hızla AKP’de de hemen MKYK üyeliği gibi, ancak yılların tecrübesi ile ulaşılabilecek bir yönetici organda yerini almıştır.

Bütün bu bilgileri ise Sedat Peker’in ifşasıyla öğrendik: Evet, saptama doğru imiş.

******

Aslında Cumhuriyet denilen devlet sistemi, “demokratik” bir anlayışa sahip olma zorunluluğunu içermez. Bu tür kavramlar yaşadıkları coğrafyanın değerleri içinde tanımlanmak zorundadır. Örneğin İran’da Şah ile birlikte meşrutiyet dönemi kapanmış, Cumhuriyet, yani yöneticilerin soy kütüğü takibi içinden gelmiş olması şartı kaldırılmış, seçimle gelmesi prensibi kurulmuştur. Bu, özgün süreçte kurgulanmış bir toplum-devlet sistem söz konusudur. Ve daha da kötüsü, bu sistem içinde iktidar da muhalefet de aynı siyasal sistemin sağ ve sol cenah muhafızlarından başka bir şey değildir.

  *****

Muharrem İnce’yi sevmem, ama hakkını da vermek gerekir. Hani şu, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası evinden çıkmayan ilginç aday. O gün, “çok içkili olduğu” gibi ipe sapa gelmez açıklamalarda bulunan ve “yüreğine taş basarak” kendisine oy veren seçmenleri tarafından o gün çok da anlaşılamayan ve “bu ne biçim Cumhurbaşkanı adayı, sonuçları hiç mi merak etmiyor?” sorusunu saçma sapan gerekçelerle yanıtlarken söylediği bir tek cümle, en az, “da Vinci’nin Şifresi” kadar önemliydi. İnce’nin, söz konusu seçimlerde “Beni CHP Yürütme Kurulu ya da CHP’li yetkililerden hiç kimse sayım sürecinde aramadı” sözü dikkatimi çekmişti.

Parti içinde birkaç kez Genel Başkanlığa aday olarak partiyi olağanüstü kongreye kadar götüren Muharrem İnce’nin, Cumhurbaşkanlığı seçiminde “yalnız bırakıldığı” düşüncesine kapılmıştım. İnce, seçim çalışmaları sürecini neredeyse tek başına sürdürmüştü. Sanki söz konusu seçim CHP’nin değil de İnce’nin seçimi idi. Ve daha da önemlisi İnce’nin açıkladığına göre, “50 bin seçim sandığının başında CHP’li tek müşahit yoktu.” 

Yani, Kılıçdaroğlu ekibi, parti içinde İnce’yi tasfiye etmek için ona ince düşünülmüş hince bir oyun oynamıştı.

*****

Geçtiğimiz günlerde (Ekim 2022) Muharrem İnce’nin bu olaya ilişkin olarak bir TV programında yaptığı açıklamalar, Türkiye’de muhalefetin de AKP-MHP’den hiç de farkı olmadığını açık açık göstermekteydi.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin yapısal özelliklerini iyi bilmeden devlet refleksinin analizini yapabilmek olanaksızdır. Kitabi bir iktidar-muhalefet tanımı yaparak güncel politik sorunlar doğru yorumlanamaz.

Elbette sadece “Cumhuriyet” ile taçlandırılan bir devlet sisteminin otomatik olarak “demokratik” bir öze sahip olacağı ya da olması gerektiği bir zorunluluk gibi düşünülemez. Cumhuriyet’in birkaç gün içinde ve hiç tartışılmaksızın bir emir ile ilan edildiği Türkiye’de, devlet sisteminin böyle kurulması bir rastlantı değildi. Fransız kültürüne aşina olan M. Kemal, demokrasi ile cumhuriyet kavramlarının birbirini içeren kavramlar olmadığını çok iyi bilir. Ve yeni devlet için önerilen şey sadece seçim kavramıdır. Haklar ise demokrasi kavramının kapsamı içerisinde saklanmıştır. Ama onun kurgulamış olduğu toplum-devlet sistemi tamamen farklıdır. Nitekim bunu kendisi de dillendirmektedir.

Ama devletin bu biçimi, olabilecek en kötü modeli üretecek niteliktedir ve nitekim üretmiştir de! Çünkü bu sistem içinde iktidar da muhalefet de aynı siyasal görevin (devletin bekası) sağ ve sol kanat korucularından başka bir şey değildir. Tek farkları yüzlerce yıldır taşıdıkları sancaklarının sembolüdür: Havuç ya da Sopa. 

*****

CHP Milletvekili, Kürtlere yönelik olarak kimyasal silah kullanıldığı iddiasının doğru olup olmadığını araştıran ve böyle bir şey varsa bunun insanlık suçu olduğunu iddia eden kendi partisinden milletvekili arkadaşını eleştiriyor:

“TSK’nın eylemleri sorgulanamaz, eleştirilemez ve o eleştirileri de sorumsuzca buluyorum. Devletin kurumları üzerine asla bir milletvekili yetkisini, sorumluluklarını, seviyesini aşarak ne bir açıklama yapmalı, ne bir soru önergesi vermeli.”

Bir CHP’li olarak adam haklı, Örnek olmak gerekir. Bakın Kılıçdaroğlu da Sefer-i Hümayuna çıkan her askeri eylemliliği huşu içinde savunuyor; “askerin ayağına taş değmesin” diye dualar ediyor. İyi de askerin vatanı mı işgal altında; ülke bir saldırıyla mı karşı karşıya; nedir bu asker methiyeleri. Senin asker dediğin gençleri Libya’dan Afganistan’a, Suriye’den Ürdün’e kadar birçok yerde savaşa salıyorsun. Senin devletini televizyon önüne oturtup, iki askerini diri diri yakan DAİŞ sapıklarını besledi büyüttü ve cihana saldı.

Bu ne acımasızlık, bu ne utanç verici bir dilek. ne utanmazlıktır bu, ya da nasıl bir cehalettir, ya da nasıl bir sahtekarlıktır, ya da nasıl bir şakadır ki “sosyal demokrat” olduğunu söyleyen bir partinin genel başkanı Kılıçdaroğlu “ülkücülerin de bizim gibi vatansever ve milliyetçi olduğunu anladık” diyor.

Yakın tarihte söylemiştin yalaka adam: “İnsan kendi ana babasını seçemiyor!” Bu deyimin sadece genetiği ilgilendirdiğini bilmen gerekir. Dinini, inancını, siyasal rotasını her birey kendisi seçer, seçmektedir. Bu genetik değil. Ama senin bu sözün “alçaklıktır.”. Evet, tekrar edeyim, “alçaklıktır!” Yani seçme şansın olsaydı Alevi ebeveyn seçmezdin öyle mi? Afedersin ama  sana alevi mi diyorlar? İnan bana, bunu söyleyenler büyük halt ediyorlar. Sen Alevi olamazsın! Aşık Daimi de bunu söylüyordu senin gibi ilkesize, kimliksize, yüzsüze: 

Eğri büğrü özün ile / Sen Alevi olamazsın

Yalan dolan sözün ile / Sen Alevi olamazsın!

Aleme öğüt satarsın / Kendin salkımı yutarsın

Düşmüş, gaflete yatarsın / Sen Alevi olamazsın

Düşmüş boyanın küpüne / Gerilmiş vurur itine

Böyle sefil nesnesiyle / Sen Alevi olamazsın. 

Öyle mi utanmaz adam. Ben yaşamını Alevilerle kardeş kardeş paylaşmış; bir Alevi dostuna hakaret etti diye Sünni komşusunu rezil kepaze edip adamın iş yerini basmış, Sünni bir ailenin ateist oğluyum. Ve bana “diğer inançlara da saygı duymanın bir insanın en önemli özelliği olması gerektiğini” anlatan kişi, beş vakit namazını kılan, ama namaz arasında gözleriyle insanı kucaklayıp bağrına basabilen bir “insan” idi.

Kontrgerilla işkencehanesinde arkadaşım, cezaevi koğuşunda yoldaşım, 70’li yılların başında, halkı için söylediği özgürlük deyişlerinden dolayı zincirlenen Aşık Mahzuni Şerif, sanki senin için söylemişti de nezaketinden kendi üzerinden anlatmıştı o dizeleri, güzel bir önsöz ile birlikte sunarak:

“Ben Alevi olamam, Sünni de olamam. Müslüman demeseler de gücenmem, ancak insan olabilmek için bütün elimden geleni harcarım. (Mahzuni)

İlaç diye muska yazdım  /  Yapıp yapıp ara bozdum

Ona buna kuyu kazdım  /  Ben Alevi olamam ki ”

Mahzuni beni affetsin: Bu deyişin üçüncü mısrasındaki özneyi seni anlatsın diye ben değiştirdim. (Aslı: “Muhammed’e kuyu kazdım” olacak.)   

*****

Kılıçdaroğlu ile ülkücüleri kardeş yapan güçlü bağın “vatanseverlik ve milliyetçilik” olduğunu öğrenmiş oluyoruz bu meczuptan. CHP’nin gerçek kimliğini bilmeyen ve Kılıçdaroğlu’nu tanımayanlar için Kılıçdaroğlu’nun ülkücü kardeşliği şaşırtıcı gelebilir. Hatta bunun bir seçim manevrası olduğunu düşünenler de olabilir. Fakat bu doğru değildir. Gerçekten de Kılıçdaroğlu ve CHP, MHP ile ülkücülerle kardeştir. Bu kardeşliğin kökleri, “tek dil, tek millet, tek devlet, tek bayrak” milliyetçiliğine dayanmaktadır. Kürt halkının, Ermenilerin, Süryanilerin, Rumların, Pontusluların, vd. halklarımızın soykırımına, katledilmesine, sürgün edilmesine, yok sayılmasına, inkâr edilmesine, kimliksizleştirilmesine dayanır.

Bunun adı milliyetçilik temelinde kardeşliktir. Dikkat ettiyseniz bu vatansever ve milliyetçiler Türkiye’nin ABD’nin ve diğer emperyalist ülkelerin, NATO’nun stratejik ortağı olmasından her zaman gurur duymuşlardır. NATO’ya sıkı sıkı sarılmaktadırlar. Neoliberal politikaların Türkiye ve Kürdistan’da hayat bulmasında önemli rol oynamışlar, öncülük yapmışlardır. Uluslararası sermayenin Türkiye halklarına, işçi ve emekçilere dünyayı zindan etmesine bir şey dememektedirler. Bu politikaların mağdurlarını sokaktan uzak tutmak için Kılıçdaroğlu ve CHP elinden geleni yapmaktadır.

Kılıçdaroğlu, “Bizim milliyetçiliğimiz sahte milliyetçilik değil, bizim milliyetçiliğimizi görmek isteyenler Kıbrıs’a gidip Beşparmak Dağına baksın” diyor. “Emrin olur” dedim ve ben de baktım. Görebildiğim tek şey acı, yaşayabildiğim tek duygu ise utançtı. Sen ne zaman bu kadar zalim olabildin Kılıçdaroğlu? Beşparmak Dağlarında öldürüldükten sonra kulakları kesilerek hatıra olarak anahtarlık yapılmış Rumları; Yunan kurşunlarıyla delik deşik edilmiş Türkleri, Kürtleri gördüm. Gördüklerim Kuzey Kürdistan’da gördüklerimden, Ermenistan’ın ana vatanında gördüklerimden, İstanbul Rumları ya da Trabzon’da Pontusların parça parça olmuş bedenlerinde gördüklerimden daha az canice değildi. Günümüzde Kuzey Kürdistan topraklarında TC vatandaşı olan Kürtlere yapılanlarla da çok benzeşiyordu. Artık senin gibi vatansever milliyetçilerin becerileri sayesinde kanla süslenmiş methiyeler yaparak kutsadığınız ulus değerleriniz ayaklar altında sürünüyor.

Kılıçdaroğlu! Senin demokrat görünen kişiliğinin altında Dersim katliamının katilleri saklanmaktadır. Henüz Dersim’de mendile sarılı bir tutam kardeş saçının sahibi olan abla kardeşine ulaşamamışken, Maraş ve Sivas milliyetçi günümüzde, yani sen yaşarken gerçekleştirildi duydun mu?

Kılıçdaroğlu, sen HDP’yi açık açık destekleyip, o meclisin verdiği Anayasal hakkı özgürce kullanarak Meclisinize gelmiş olan Kürtlerin siyasal katliamına giden yolu “Anayasa’ya aykırı olduğunu biliyorum ama buna rağmen evet diyorum” diye tarihe geçecek bir ihaneti itiraf ederek sesini bile çıkarmadan fiilen katıldın. Senin de içinde yer aldığın çoklu masa ittifakı, aslında bu sömürgeci burjuva diktatörlüğünün korunması için bir cankurtaran simidi olmanın dışında bir misyona sahip değildir. Bu, sömürgeci, soykırımcı Türk devletinin yıkılma korkusunun ürünüdür.

Ve inanıyorum ki Dersimliler bir bütün olarak Kürt halkı, Aleviler, işçi ve emekçiler, kadınlar, gençler Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin faşist ülkücülerle olan bu kardeşliğini asla unutmayacaktır.

Bakalım tarih nasıl yazacak bu son raundu. Elbette sonuç üzerine tahmin yürütmek kolay değil. Ama biliyoruz ki tarih seni bütün ihanetlerinle çoktan yazacağı yere yazdı. 


İ. Metin Ayçiçek – 29.10.2022

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑