Makaleler

Published on Ocak 10th, 2023

0

HDP’nin tavrı muhteşem! | İ. Metin Ayçiçek


Evet, HDP, ilkeli ve saygın bir tutum sergileyip, Türkiye topraklarında yaşanan bütün ahlaki sorunların üreticisi olan mevcut iktidarın kendileriyle görüşme talebini reddederken, öte yandan “devlet partisi”ni de karşısına alarak, “hodri meydan” demesini bildi…

Avrupa Demokrat Gazetesinde daha önce yayınlanan “Yeni Dönem, Yeni Konular” başlıklı yazımın son paragrafını, bu yazıma “Giriş” olarak aktaracağım:

“Dilerim sosyalist sol ve bağımsız demokrasi savunucusu kuruluş ve hareketler, iktidardaki ya da muhalefetteki devletin tuzağına düşerek yanlış bir tavrın içine girmez. Sol hareketler, oya tekabül edecek bütün güçlerini HDP’de ya da mevcut sosyalist-komünist partilerde toplayarak ciddi bir bağımsız niceliksel güce dönüştürebilmelidir.

Muhalefetteki devlet ile iktidardaki devletin muhtemel oy oranlarının birbirine çok yakın bir düzeyde olması olasılığı yüksektir.

Böylesi durumlarda eski ve yeni isimleriyle faşist partilerle ortaklık yapıp kirlenmemiş olan HDP ile birlikte yer alan sol-demokrat oy, bir şeyleri değiştirmede anahtar rolü görebilecek bir gücü oluşturabilir. Kürt sözcüğünü ağzına bile almayı neredeyse kirlenmişlik olarak tanımlayacak geçmişi politik olarak hayli kirli olan faşist bir partinin daracık dünyası içinde, hemen teslim olarak kirlenmek yerine, HDP ve sol, sosyalist, demokrat ya da liberal, yani ülkenin yeniden kendini yaratabileceği bir politik projeye kendimizi katarak yolumuzu yürümeliyiz.” (İ.M.Ayçiçek.)

***

Evet, HDP, ilkeli ve saygın bir tutum sergileyip, Türkiye topraklarında yaşanan bütün ahlaki sorunların üreticisi olan mevcut iktidarın kendileriyle görüşme talebini reddederken, öte yandan “devlet partisi”ni de karşısına alarak, “hodri meydan” demesini bildi.

Yani yıllardır katledilen bir halkın özgürlük talebinin temsilciliğini onurla sürdürmenin bir örneğini daha verdi. Kendine yakışanı en güzel biçimde gerçekleştirdi. Bu ülkede, “tek” kavramı üzerine oturtulmuş ırkçı-milliyetçi dayatmaları reddederek, “halkların eşit haklara sahip olarak iktidarı” düşüncesini ve eylemini güçlendirmeye yönelen;  bildik “kırk katır mı kırk satır mı” kısır döngüsünü reddederek, “onlar senin olsun, ben halkların kendi kararlarını kendilerinin verebileceği, adil, eşitlikçi, özgürlükçü yeni bir dünyanın, emeğin iktidarına kadar yürüyecek olan Üçüncü Yol’un peşindeyim” diyerek, kendi sunduğu alternatifinin gücünü açık açık gösterdi.

HDP, oluşumundan bugüne kadar hiçbir zaman birkaç milletvekilliği için kendini pazarlamaya yönelmedi. Yıllardır sömürgeciliğin katliamları karşısında yok olmama ve özgürleşme mücadelesini büyük acılar yaşayarak, büyük özveriyle sürdüren bir halkın onurunu, her bedeli ödeyerek taşıdı. AKP’nin kendilerine yönelik olarak sürdürdüğü bütün antidemokratik ve yasadışı eylemlerini, ahlak dışı iftiralarını CHP’nin de zımni onayıyla gerçekleştirdiğini bilmelerine rağmen, halkların ortak çıkarları yani ülkenin demokrasiye ulaşabilmesi için her türden özveriyi fazlasıyla sundu. Öyle ki, CHP, Anayasaya aykırı olduğunu bildiğini de itiraf ederek, “milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldıran” AKP önerisine ortak olma zilletini üzerinde taşımayı kabullendi.

Elbette azınlıkta kalsalar da, CHP içinde, gerçek anlamda çoğulcu demokrasi savunucusu vekillerin de var olduğunu biliyoruz. Ama CHP, “halklar ve özgürlükler” paradigması üzerine değil, “devletin egemenliği” paradigması üzerine kurulmuş bir partidir.

Kuruluş felsefesinde ifade edilen Altı Ok, 1920’li yılların koşulları içinde “devlet-toplum” ilişkisini düzenleyen temelleri de tanımlamaktaydı. Ülkenin kuruluş yıllarının hedeflerinin günümüzde de “temel yasa” olarak tanımlanabilmesi, çağın hızla değişmekte olduğu gerçeğinin görülememesi ya da görülmek istenmemesi isteği ile ilgilidir.

Ülkemizde demokrasinin gelişimi önünde duran temel engel, kendini devletin asli kurucusu olarak gören Silahlı Kuvvetler’in “koruması” altından kurtulamaması idi. Silahlı kuvvetlerin devletin bütün kontrolünü fiilen elinde tutabildiği zamanlarda demokratik bir cumhuriyeti yaşatabilmek ve geliştirebilmek mümkün değildir. Bu nedenle, ülke yönetimlerinde askeri diktatörlükler ya da faşizan eğilimleri meşrulaştırmaya yönelik savunmalar, her zaman sivil halk kitlelerinin seçtiği parlamentolara güvensizlik gerekçesiyle ortaya atılmıştır.

Ülkemizde askeri diktatörlüklerin beslendiği siyasal kaynak olan CHP, 1946’dan günümüze kadar kendini demokrasi alanında derinleşip onu daha da genişleterek değil, demokrasiyi fiilen ortadan kaldıran askeri darbelerle varlığını sürdürmeye çalışan bir parti oldu.

İşte, AKP gibi bir partinin iktidarı altındayken bile, sömürgesinin özgürlüğe yönelmesi eğilimini bastırmak amacıyla parlamentoyu anlamsız hale getirebilecek olan “milletvekili dokunulmazlığının” kaldırılması gibi demokrasinin güvencesi olabilen önemli bir kuralın iktidar partisinin isteğiyle “kaldırılmasına” oy veren CHP’nin, kuruluşunda neredeyse genetik bir yapı gibi yer alan “halkçı” değil “devletçi” geleneğinin ürünü olarak ortaya çıkan bir davranış türüdür. 20 yıldır CHP’nin tutarlı ve etkin bir muhalefet sürdürememesinin nedeni de bu saptamaya bağlı olarak düşünülmelidir. 

Unutmayalım ki, içine düştüğü bataklıktan kurtararak kendi vekilini feda edip Tayyip’i meclise taşıyan da, MHP ile koalisyon muhabbeti kurabilen de, ve bugün ırkçı faşist parti  “İ-Parti”ye milletvekili vererek besleyip büyüten de Made-in Baykal ürünü Kılıçdaroğlu CHP’sidir. Üstelik bu milletvekili transferleri, CHP’ye oy vermiş kitlelere sorulmadan gerçekleştirilmiştir. Yani CHP hiçbir zaman “milletin” partisi olmamış, hep devletin partisi olarak kalmıştır.

Günümüzde ise, faşizmin her gün biraz daha kepaze olan temsilcisi MHP çökerken, bu siyasal akımı yaşatmak için kolları sıvayan CHP, halkın CHP için seçtiği vekillerini halka sormadan ırkçı-faşist partiye aktararak Meclis’te grup sahibi olabilmesini sağlayabilmiştir.

***

HDP’nin, yıllardır seçimlerde kazandığı Belediyeler Soysuz – Tayyip ittifakı tarafından göz göre göre gasp edilip seçilmiş Belediye Başkanları cezaevlerine atılmıştır. Demirtaş, Kavala ve çok sayıda HDP milletvekili ya da HDP çalışanı gibi çok önemli yüzlerce siyasal figür, resmen rehin olarak zindanlarda tutulmaktadır. Ve bu yasadışı eylemlere hiçbir zaman sesini çıkarmayan CHP, bütün bu antidemokratik uygulamaların hem teşvikçisi hem de ortağıdır.

İşte, seçilmiş belediye başkanları cezaevine atılıp, belediyeler devletin talanına açılırken CHP kılını bile kıpırdatmadan durmayı “becerebilmiş” bir partidir. Ve bu tutumu ana muhalefet partisi olarak yıllarca utanmadan sürdürebildiği için de, belki de AKP’den daha kirli bir görünüme sahiptir.

Ve milletvekilleri, belediye başkanları daima devlet saldırısı altında yaşatılan halkların, farklılıkların, inançların savunusunu üstlenen özgürlük-eşitlik ve adalet partisi HDP, seçimlerdeki dengeleri doğru hesapladı, doğru kullandı. Ve mevcut güçler dengesini bütünüyle değiştirebilecek olan gücünü ortaya koydu. Hodri Meydan!

***

Şimdi, hiç kimse, ırkçı-milliyetçi düşüncelerinin üzerini örtmeye çalışmak için HDP’yi “fırsatçılıkla” suçlamaya kalkamaz.

Elbette bir siyasal parti, ilkelerine sadık kalarak, hedeflerini gerçekleştirmek için önüne çıkan her olanağı kullanmaya çalışacaktır. Bunu yapmaktan kaçınan bir siyasal parti, dürüstlüğünü değil, sadece politik cehaletini sergiler. HDP, bugüne kadar bunu hatta biraz abartılı olarak çok kez denedi. Bunların bütünü, Türkiye halklarının, özgürlükçü ve çoğulcu bir demokrasi içinde birlikte yaşama iradesinin zorunluluğu idi.

Ne var ki, bütün bu girişimler, inadına inadına özgürlükçü demokrasi ve halkların kardeşliği yanında yer alışlar, başta AKP ve CHP olmak üzere bütün sistem partilerinin beslediği barikatlara takılıp kaldı.

Aklımızdan çıkmadı: HDP’nin, CHP ile CHP’nin binasında, iki yasal parti olarak yaptıkları ortak görüşme sonrasında, kamuoyunun zaten öğrenmiş olduğu bu görüşmeye ilişkin mutat ortak basın toplantısını yapmaktan bile çekinen; ama gittiği her yerde “Bozkurt’um, milliyetçiyim” diyerek kendini bugüne kadar ırkçı-milliyetçi hareketin sembolleriyle özdeşleştirerek tanımlanmaktan çekinmeyen, kendi kimliği olan Aleviliği bir kez olsun ağzına almayan, ama uzaktan yakından ilişkisi olmadığı halde Kur’an’ı öperek fotoğrafını basın yoluyla piyasaya sunabilen bir parti genel başkanından söz ediyoruz.

Sömürgeci sistemin ırkçı-faşist yasalarına rağmen yasal olarak varlığını oluşturabilmiş olan HDP ile yan yana görünmekten korkan bir ana muhalefet partisinin ve genel başkanının demokrasi yandaşı olduğu söylenebilir mi?

****  

Hafızalarımız bu kadar törpülenmiş olamaz: Günümüzde, komünist-sosyalist partilerin bir kısmı dışında, bütün halkları, inançları, kimlikleri kucaklayabilen bir demokrasi anlayışını HDP kadar içten, savunabilen bir başka parti olmadı.

HDP’nin önümüzdeki seçimlere yönelik olarak belirlediği bu son tavrı da, kendi sorumluluğunun bilincinde olan bir siyasal partinin ciddiyetiyle formüle edilmiştir.

Oysa, devletin “Kurucu Partisi” olma iddiasını korumaya çalışan CHP, halkların birlikte geliştireceği özgürlükçü bir ittifakı temel almak yerine, İttihat ve Terakki’den devraldığı ana karakterini sürdürdü. İnsanların yaşam olanaklarının dağılımı konusunda eşitsizliğin daha büyük uçurumlar yaratarak geliştiği günümüz dünyasında, taban demokrasisi durmadan daha da gelişip, daha kalabalık kitleleri kucaklarken, halkların yeteneklerini yok sayan CHP, ne yazık ki kendinden menkul olarak, başından beri, kendini TC. Devletinin hamisi olarak tanımlayarak politik yaşamını inşa etti. Bu nedenle bütün tarihi boyunca çoğu zaman ırkçılığa tırmanan milliyetçi tutumunu hep sürdürdü. Devletin bekasını kendi sorumluluğu içinde tanımlayan CHP’nin, gerçekte eylem platformları farklı olsa da, düşünsel alanda MHP’den çok da farkı olmadığını biliyoruz.

Oysa, Anadolu-Mezopotamya topraklarında yüzyıldır çözümlenemeyen sorunların temel nedenini sağduyumuzu kaybetmeden tartışabilseydik, son kırk yıldır yaşadığımız acıları yaşamazdık. Oysa CHP, sivil iradenin ortaya çıktığı her ortamda askerin sopasıyla, sömürgeci devleti yeniden inşa etmeye yönelmiştir. Yani CHP geleneğinde demokrasi düşüncesi değil, her zaman tanımında askere tapınmayı da içeren bir diktatoryal yan olmuştur.

Hani, Kılıçdaroğlu “yanımda yürümeyecek olanlar, önümde durmasınlar” anlamında bir şeyler söylemişti ya, sanırım geçmişin yarattığı tipik bir “Cumhuriyet” politikacısının tavrıydı.

Böyle düşünmemin nedeni mi?

Günümüzde “Radikal Kemalistlerden CHP’yi kurtardığı için” eski MHP’li yeni İ-Partili faşistlerden övgü alan Kılıçdaroğlu’nun nereden nereye geldiğini görmek…

12 Mart için Cumhuriyet Gazetesi’ne yazdığı yazı idi. Hemen peşin peşin söyleyelim: Kimse “ama o zamanlar gençti, tecrübesizdi” falan gibi gerekçelerle savuşturmasın. O dönemde çok sayıda “genç” ülke sorunlarını üstlenmiş ama egemenlerden yana değil, halktan yana tavır aldıkları için işkencelerden geçti, hapislere atıldı, öldürüldü ve idam edildiler.) Ve Heeyy gidi Kılıçdaroğlu, heyy!!

Hani derler ya: Söz uçar, yazı kalır! (Verba volant, Scripta manent! )

Oldum olası bu sözü ciddiye alırım.

***  

23 Mart 1971. Cumhuriyet Gazetesi’nin ikinci sayfasında yer alan “Tartışma” köşesi. Köşede görüşlerini belirtenlerden biri de Kemal Kılıçdaroğlu.

Kılıçdaroğlu, 12 Mart Muhtırası’ndan 11 gün sonra, ‘Devrimci ordumuz ve Ata’nın Konya nutku’ başlığıyla Cumhuriyet Gazetesi’ne gönderdiği yazıda şunları paylaştı:

Devrimci ordumuz ve Ata’nın Konya nutku

12 Mart muhtırasıyla Türk ordusu kendisine düşen görevi bir kez daha yerine getirmiş ve Devrimci Kemalist olduğumuzu, açık seçik ortaya koymuştur. Mustafa Kemal Konya söylevinde şöyle der; “… Bilirsiniz ki Türk ulusu, ne vakit yükselmek için bir adım atmak istemişse, bu adımın önünde daima öncü olarak ulusal amacı gerçekleştiren kendi kahraman çocuklarından kurulu Ordusunu görmüştür.”

İşte bizler Mustafa Kemal’in gençliği olarak orduyu bu anlamda görüyoruz. Ve bu anlamda gördüğümüz içindir ki, muhtıradan kıvanç duyuyoruz. Ancak Atatürk şunu da belirtir “…İdareci maslahatçılar esaslı devrim yapamaz…”

O halde Mustafa Kemal’in doğrultusunda olmak için esaslı devrim yapmak gerek. Bu da bizce bugünkü çok partili “Cici demokraside gerçekleşmez. Bu yargımızı burada ispatlayacak değiliz. Ancak şunu söylemek gerekir ki; Mustafa Kemal’in yaptıklarına çok partili düzenden sonra bir şey eklenmemiş, bilakis O’nun devrimleri yozlaştırılmış, layiklik ilkesi, bağımsızlık ilkesi, milliyetçilik ilkesi… unutulmuş ve Atatürk’ü savunanlar günümüzde suçlu durumuna düşmüşlerdir…

SONUÇ

Mustafa Kemal’in devrimleri yarıda bırakılmıştır. O’nu günümüzde yaşatmak, O’nun doğrultusunda yürümek, çağdaş Kemalizm’i bayraklaştırmak için tek çıkar yol Devrimci – Kemalist doğrultuda bir partinin örgütlenmesinde gitmektir.

“…Anayasa’nın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümet…” ancak inkılapçı – Kemalist amaçlar ve araçlara bezendiği zaman Atatürkçülükten yana olacak; Mustafa Kemal’in “… Muasır medeniyetin üstüne çıkacağız” ümidini yeniden kamuoyunda yaratacaktır.

Kemal KILIÇDAROĞLU

ABC Gazetesi Özel / Kılıçdaroğlu 12 mart 1971 darbesini nasıl savundu?


İ. Metin Ayiçek – 10.01.2023

Tags: , , , , , , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑