Makaleler

Published on Ocak 28th, 2023

0

Faşizm, seçimler ve ittifaklar | Hüseyin Şenol


Tarihin gördüğü en rafine faşist devlet, yani faşist bir diktatörlüktür, Hitler Almanyası… Bir devlet biçimi olarak, Hitler faşizminin sadece “faşizan uygulamalardan” ibaret olmadığı da çok nettir… Faşist AKP-MHP iktidarını Hitler faşizmine benzetirseniz, mücadelenizin de başarı şansı olmaz…

Tam 90 yıl önce, 30 Ocak 1933’te iktidara gelen Hitler, bu tarih sonrası Almanya’daki gelişimi ve devamında diğer ülkelerdeki devlet biçimlerini de değerlendirmemizde önemli bir veri ve örnektir. Tabii ki, Hitler faşizmini bir kalıp olarak alarak, bir ülkede faşist diktatörlük vardır veya yoktur diyemeyiz. Ama kalıp olarak olmasa da, ne diyeceğimiz konusunda en belirgin örnektir. Bu örnek; gelişiyle, yükselmesiyle, kalıcılaşmasıyla ve de yıkılışıyla, devlet biçimi olarak “faşist diktatörlük nedir?”e tartışmasız ve önemli bir örnektir.

Bu yazımda da Hitler faşizminin iktidara nasıl yürüdüğüne, bilgilerimizi de tazelemek amacıyla geniş yer ayırdım. Ağırlıklı olarak Hitler’i iktidara ge(tiri)liş sürecini işlerken, Türkiye’de iktidarda olan faşist AKP-MHP Bloğuna, muhalefete, önümüzdeki seçimlere ve de ittifaklara kısaca değineceğim

Konuya, uzun yıllardır sadece Hitler’in iktidara gelişinin yıldönümünde değil, yıkılış yıldönümlerinde ve yine arada çok kez değiniyorum yıllardır. Bu bazen kendi başına başlık olurken, bazen de örnek olması için ara başlık değiniyorum. Dedim ya, benim için faşizmin gerçek tarifidir “Hitler faşizmi”.

Hitler faşizminin sadece “faşizan uygulamalardan” ibaret olmadığı da çok nettir. Yani, bizim topraklardaki örnekleri dahil, “faşizan” uygulama ve yöntemler ile devlet biçimi olarak faşizm çoğu zaman karıştırılmaktadır.

Konu üzerine önceki yazılarımda da detaylı olarak değindim içerikte değinip, aslında bir yerde de yazılarımı güncelleştireceğim. “Hitler’in iktidara gelişi ve faşizm” üzerine aralıksız bir biçimde sürekli durmamız gerek konuların başında gelmelidir.

Hitler’i iktidara getirmek için, 30 Ocak öncesi, son bir kaç ay ve sonunda da son günler çok önemlidir. Egemenler, iktidara getirmek için Kasım-Aralık 1932’de yoğunlaştırdığı girişim, tehdit, rüşvet ve her türlü zoru, son bir kaç günde daha da arttırarak, iktidara getireceği faşist partinin lideri Adolf Hitler’i iktidara taşımanın son adımlarını atıyordu. 2-3 ay içerisinde, bir başbakan istifa ettirilirken, bir başkası ancak iki ay dayanabiliyordu. Sermaye artık kesin kararlıydı ve Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg da “ikna” edilerek, başbakanlık görevi Hitler’e verilecekti.

30 Ocak 1933 tarihinde Hitler’in iktidara ge(tiri)lmesiyle, bu dönem, 12 yıldan fazla sürecek olan, insanlık tarihinin en karanlık, en barbar döneminin de başlaması anlamına geliyor. Evet tarihin gördüğü en rafine faşist devlet, yani faşist bir diktatörlüktür, Hitler Almanyası.

İktidara gelen Hitler için, efendisi tekelci kapitalizm için, gün başta komünistler olmak üzere, tüm muhalefeti ezmenin başlangıcıdır artık.

Sosyal demokratların da, gelen tehlikenin farkında olmaması, komünistleri hiçe sayma ve onlarla ittifak yapma yerine, Hitler’e direkt olmasa da onu iktidara getirenlere destek vermesi, bu karanlık dönemin de başlangıcının en büyük nedenlerindendir. Bunu kendilerine en iyi şekilde anlatan da yine Hitler oldu aslında; Ona göre en büyük tehlike olan komünistlerden başladı, siyasi soykırıma.

Maalesef, Hitler’e karşı bu biraraya gel(e)meyişin durumunu sonrasında da tarihte başka ülkelerde de görmek mümkün. Bunu, başta kendi ülkemiz olmak üzere, sosyal demokratların bu tavrını dünyanın bir çok yerinde gördük ve görüyoruz. “Solun” da bu konudaki zaafları ve “günahları” hiç de az değil tabii ki. Alman komünistleri de sosyal demokratları “sosyal faşist” olarak değerlendirmekten çok geç vazgeçmiştir ve bu da onların eksiğidir. SPD’de de bu geç gelen, yani 1930-1931’lerden itibaren sözlü dillendirilerek, daha sonraki yıllarda ise resmen gelen “öz eleştiriyi” kabul etmeyerek, “istemeyerek” de olsa faşizmin iktidara gelmesine ve devletleşmesine katkı sunmuştur, maalesef. Sosyal demokratlar, işçi sınıfı içinde her geçen gün daha da güçlenen, umut olan KPD’ye düşmanlığını arttırmış, ittifaka gidebilecek tüm yolları kapamıştır. Günümüzde de, ülkemizde ve tüm dünyada, inadına ders çıkarmamaya da devam ediyor, bu kesimler.

Fotoğraf ne kadar çok benziyor ülkemize değil mi?

Fark var tabii ki; Hitler muhalefette, ülkemizdeki faşistler ise hem iktidarda hem de sosyal demokrat bile olamayan CHP ile birlikte muhalefette.

Faşist AKP-MHP iktidarını Hitler faşizmine benzetirseniz, mücadelenizin de başarı şansı olmaz. İktidardaki faşiste tavır alıp, muhalefettekine oy vermek büyük çelişkidir.

KPD her seçimden daha güçlü çıkıyordu

            1933’e kadar her seçimden daha da güçlenerek çıkan komünistler, egemenlerin korkulu rüyası olmaya devam ediyordu. Sosyal demokrat parti işçi sınıfı içinde güç kaybederken, komünistler işçi sınıfı ve tüm ezilenler içinde her geçen gün daha fazla kök salıyor ve oylarını arttırıyordu.

Daha iyi anlaşılması için, arada şuraya da açıklık getireyim: Aslında bu dönem Weimer Cumhuriyeti (Weimarer Republik) dönemiydi ama Alman İmparatorluğu adı korundu. Meclis, cumhurbaşkanı, başbakan gibi kişi ve kurumların adında olduğu şekilde, “Reichstag” (İmparatorluk Parlamentosu) denmeye devam edildi.

Emperyalistlerin 2. Paylaşım Savaşı sürecinde de, burjuvaziyle bütünüyle bütünleşen aynı sosyal demokratların komünistlere karşı tutumu, Hitler’e karşı tavır konusunda bir araya gelişe uzak durmaları, Hitler faşizminin yürüyüşünü cesaretlendirmiş, faşistlerin iktidara yürüyüşlerine vesile olmuştur. Hitler, diktatörlüğünün yerleşme sürecinde net tavırla karşı koyan komünistlere saldırıp, onları çökertip, iktidarını bütün alanlarda pekiştirdikten sonra, hatta Nazi partisinden de olsa, tek lider oluşumunu sıkıntıya ve tehlikeye sokabilecek bütün muhalifleri temizlemeye başlayacağına, bundan sosyal demokratların da nasibini alacağına insanlık şahit olacaktır.

            20 Mayıs 1928’deki 4. dönem seçimlerde NSDAP 12, SPD 153 ve KPD 54 sandalye çıkardı. İki yıl sonra gerçekleştirilen 5. dönem seçimlerinde artık durum çok farklı yönde değişmektedir. 14 Eylül 1930’daki 5. dönem seçimlerinde NSDAP 107, SPD 143, KPD 77 milletvekli çıkarırken, bir sonraki 31 Temmuz 1932’deki 6. dönem seçimlerde NSADP 230, SPD 133 ve KDP ise 89 koltuğa sahip olmuştur. 6 Kasım 1932’de yapılan 7. dönem Parlamento Seçimlerinde faşist parti NSDAP 196, SPD 121 ve KPD 100 milletvekili çıkarır. 5 Mart 1933’teki 8. dönem seçimlerinde Naziler 288, sosyal demokratlar 120 ve komünistler 81 milletvekili çıkardılar.

Seçimlere diğer partilerin katılımı ve oyları her geçen gün daha fazla düşmektedir bu dönemde. Artık ırkçı milliyetçiler, sosyal demokratlar ve komünistler güç olarak sahnededir.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve SPD ile sermayenin Hitler’e desteği

1932 cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucu, SPD’nin ihanetinin sonucudur. Hitler’in iktidarına SPD’nin katkısı büyüktür. Hindenburg’un işçi sınıfı düşmanlığını, ihanetini ve Hitler’e desteğini o zamanlar göremeyen, KPD’ye karşı Marksizm ve sosyalizm düşmanlığının bayraktarlığını yapan sosyal demokratlardır.

“Kim Hindenburg’u seçerse, Hitler’i seçmiş olur. Kim Hitler’i seçerse, savaşı seçer” sloganı ile 1932’de cumhurbaşkanlığı seçimlerine giren KPD’ye karşın SPD’nın sloganı ise “Hitler’e karşı oylar Hindenburg’a” idi. Ne yazık ki, o dönemde bile Hindenburg ve Hitler yakınlaşmasını SPD bir türlü görememiş; KPD’nin adayı Ernst Thälmann’a karşı, Hindenburg’u desteklemişti.

13 Mart’ta ilk turu ve 10 Nisan 1932’de de ikinci turu gerçekleştirilen İmparatorluk Cumhurbaşkanlığı Seçimlerini (Reichspräsidentenwahlen), SPD’nin de desteklediği, cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan Hindenburg kazandı.

SPD, Hindenburg’un kazanmasını, kendi zaferi olarak da ilan etti. İkinci turda oylarını 700 bin artıran Hindenburg’a karşın, Hitler de oylarını artırarak 2 milyon oy daha aldı ikinci turda.

Hitler’in engellen(e)meyen iktidara yürüyüşü

            Evet Hitler artık durdurulamıyor, iktidara gelmesi her geçen gün yakınlaşıyordu.

Bu dönemde ara ara, çelik sanayisi kralı Fritz Thyssen başta olmak üzere, Hitler, Alman sermayesinin en üsttekileriyle bir araya getirtiliyor, onların desteğini alması sağlanıyordu. Alman sermayesi -ileride misliyle geri alacağı- bu desteğini Hitler’den esirgemedi. Ki zaten istediği devlet biçimini adım adım örüyordu.

            Bu da faşizmin, Dimitrov’un da genel bildik tanımına da çok uyuyordu zaten: “Faşizm, finans kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurların açık terörcü diktatörlüğüdür.” Burada da faşist devlet biçiminin önemli iki özelliğini daha görüyoruz: Biri; faşist diktatörlüğün “örtülüsü”, “gizlisi”, “kapalısı” falan olmaz, faşizm “açık” bir devlet biçimidir. İkincisi de, sermayenin istemesi önemli koşuldur. Yani, sınıfsal temelli, burjuvazinin açık bir diktatörlüğüdür.

            19 Kasım 1932’de, yani Hitler’in iktidara ge(tiri)lişinden iki buçuk aydan daha az bir zaman önce, 20 civarında fabrikatör, banka, büyük çiftçi gibi sermaye çevresi Hindenburg ile görüşerek, Hitler’i İmparatorluğun başbakanı yapmasını istedi.

            Bu tarihten önce olduğu gibi, sosyalizme karşı, her geçen gün artan sermayenin Hitler’i iktidara getirme girişimleri, özellikle bu toplantıdan sonra daha da yoğun bir biçimde sürdü…

“Bana dört yıl verin, Almanya’yı tanıyamayacaksınız”

Nazizm her geçen gün toplumda daha geniş yer bulurken, Naziler devleti tamamen ele geçirmeye doğru hızla ilerlemekteydi. Nazi Almanyası artık uzakta değildir.

Nisan 1932’de yeniden cumhurbaşkanı seçilen Paul von Hindenburg’un, 30 Ocak 1933’te İmparatorluk başbakanlığına (Reichskanzler) getirdiği Adolf Hitler’in onun da koltuğuna oturacağı zaman, artık çok yakındır.

            Hemen öbür gün, 1 Şubat’ta yaptığı konuşmasında, “Evet Alman Halkı; bize sadece 4 yıl zaman ver ve ondan sonra bizi değerlendir ve hükmünü ver” (Nun, deutsches Volk, gib uns die Zeit von vier Jahren, und dann urteile und richte uns!) diyerek işe başlayan Hitler, gerçekten de daha dört yıl geçmeden, çok daha erkenden faşizmi kurumsallaştırmış, devletleştirmiştir. Artık kitlelerin de büyük çoğunluğu çoktandır arkasındadır. Artık sadece iktidarda olan faşist bir hükümet değil, aynı zamanda devleti de tüm katmanlarıyla faşistleştirmiştir.

Alman Parlamentosunun toplandığı Reichstag’ı 27 Şubat’ı 28 Şubat’a bağlayan gece faşist milislerine yaktırarak, bunu komünistlerin yaptığı propagandasını yaydı. Bu yangın sonrası, parlamentonun “gerçek” işlevini rafa kaldırmakla kalmadı, başta komünistler olmak üzere, muhalefeti imha süreci hızlandı.

Yangının ertesi günü Hitler, Hindenburg’a, anayasanın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerini ortadan kaldıran bir kararname imzalattı. Devam eden günlerde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) ve Alman Ulusal Halk Partisi dışındaki tüm partilerin yayınları ve seçim çalışmaları durdurulduğu gibi Almanya Komünist Partisi (KPD)’nin parlamentodaki 81 milletvekili ve parti ileri gelenleri tutuklanmıştır.

Faşizan hükümet farklı, faşist devlet farklıdır

            Zaten Hitler’in kuklası haline gelen ve ne isterse imzalayan Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, 2 Ağustos 1934’te ölünce, Hitler için yeni bir ortam daha doğdu, iktidarı tamamen ele geçirmek için. Hitler tüm gücün “Führer ve devlet başkanında toplanması” için halk oylamasına giderek oyların yüzde 89,9’unu almıştı. Referanduma katılım oranı yüzde 97,7 olarak açıklandı. Manipülasyon kesinlikle olmuştur, ama bu aşamaya gelene kadar, yasakları ve tutuklanmaları da göz önünde bulundurursak, Hitler’in halk arasındaki gücü de günden güne artmış ve daha da artmaktadır, bu dönemde.

Kitlelerin kabul oranının da faşist diktatörlük için önemli, hatta en önemli bir kıstas olduğu unutulmamalı. “Devlet faşist midir, değil midir? tartışmalarında da önemli örneklerden biridir bu durum. Örneğin ülkemizdeki durumu da, yani devleti bu nedenle faşist görmediğimi sık sık dile getiriyorum. Yani, hükümette olmak farklı şey, devlet olmak farklı şeydir. Faşizan uygulamalar başka şey, faşist diktatörlük farklı bir şeydir. Faşizm seçimle değil, Hitler gibi, Mussolini gibi yıkılarak gider. Bu da, faşist diktatörlüğü tarifleyebilmenin diğer önemli tanımlarından biridir.

Tek parti ve toplumsal onay

            1933’ün 14 Haziranında çıkarılan yasayla, tek parti sistemine geçilerek, faşist diktatörlük için önemli bir faktör olan adım atılmış oldu. Bana göre de; faşist diktatörlüğü tarif etmek için “tek parti” önemli bir veridir. Faşist devlet biçimi için bu, olmazsa olmazdır.

            Ülkemizden örnek verecek olursak: Bizimkiler seçim de yapsa, darbe de yapsa toplumsal onayı bir türlü alamıyor. Bu da onlara büyük dert oluyor. Emperyalizm ve sermaye de istiyor mu, o da diğer mesele. Sermaye istemezse, faşist devleti kurmak “imkansız” gibidir.

Bu tarihten sonra gerçekleştirilen göstermelik seçimlerde sadece Hitler’e ve faşist partisi NSDAP’ye onay istenmiştir. Bu üç seçimde de maalesef toplum, faşizmin istediği bu toplumsal onayı vermekte olduğunu göstermiştir; 12 Kasım 1933, 29 Mart 1936, 10 Nisan 1938 parlamento seçimleri ve 4 Aralık 1938’de Alman Nazi İmparatorluğu’na dahil edilen bölgede yaşayan Sudeten Almanları için gerçekleştirilen ilave parlamento seçimlerinin sonucu gibi.

Bu son dört seçimde artık tek parti, tek lider, tek ırk vardır. Tüm bunlara, faşist devletin olmazsa olmazı olan “toplumsal onay” vardır. Bu toplumsal onay, her geçen gün artarak, faşist lidere ve partisine yüzde yüze yakın oranda bağlılık vardır. 1938 Nisanındaki son seçimlerde, yüzde 99,6 oranındaki seçimlere katılımıyla, 49 milyon insan oy kullanmış ve yüzde 99,1 oranıyla faşist lidere bağlılığını göstermiştir.

            Hitler 1 Şubat 1930’da söylediğini yaparak, Almanya’yı gerçekten tanınmaz hale getirerek, faşist devlet diktatörlüğünü adım adım gerçekleştirdi. Artık, ülkedeki azınlıkları tamamen imha etmek ve diğer ülkeleri işgal edip, Nazilerin kendi deyimiyle 3. İmparatorluğun sınırlarına dahil etmek gerekiyordu.

Adım adım kurulan faşist parti, devlet ve lideri Hitler, 12 yıl boyunca halklara kan kusturdu. Sadece Almanya’ya değil, sırasıyla tüm Avrupa’ya ve dünyaya bela oldu, Hitler faşizmi.

Faşizm insanlık suçudur

            30 Ocak 1933’ün yıldönümünde, tüm dünyada faşist ve ırkçı parti ve örgütlenmelerin yasaklanması konusunda yürütülen kampanyalara destek çağrımı yineliyorum. “Faşizm bir düşünce değil, insanlık suçudur” diyerek bu alandaki çalışmalara katılalım, anti faşist mücadeleyi yükseltelim.

            Avrupa’da da faaliyet yürüten, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Büyük Birlik Partisi (BBP) ve İYİ Parti gibi faşist partiler ile yan örgütlenmeleri yasaklanmalıdır. Ülkücü, Bozkurt, Alperen gibi isimlerle örgütlenen Türkiyeli faşistlerin işaretleri ve devamında örgütlenmelerinin yasaklanma girişimlerine destek verilmeli, bu konuda aktif faaliyet yürütülmelidir.

Yine, Almanya için Alternatif (AfD), Nasyonal Demokrat Parti (NPD) ve diğer benzeri faşist oluşumların da yasaklanması için mücadelede aktif yer almalıyız. Türkiyelisi, Almanyalısı fark etmez, faşizm bir bütün olarak tüm dünyada yasaklanmalı, bir daha gelemeyecek şekilde yeryüzünden silinmelidir.

Faşistlerin iktidardakine de muhalefettekine de kesin tavır konulmalıdır. Ne MHP, ne İYİP ne de diğerleri ile bir araya gelinmemeli, dünyadaki anti faşistlerin yaptığı gibi, bizzat her alanda engellenmeli ve atılmalıdır…

İttifaklar üzerine

Faşizmi geriletecek hareketler kesinlikle desteklenmeli, mağdurları yalnız bırakılmamalıdır. Faşist devlet olsaydı, “Sezenler” konuşamaz, bu olayda faşist lider de geri adım atmazdı. Faşist diktatörlükte, iktidarda da muhalefette aynı anda faşist parti olmaz. Ki hiç biri ol(a)maz.

Yeri gelmişken bir kez daha altını çizmek gerekiyor: Devlet, hükümet ve partileri birbirlerine karıştırmadan, “ajitasyona” girmeden değerlendirmek gerekiyor.

İktidardaki faşisti gerileteceği iddia edilip, karşı muhalefetteki faşistler desteklenmemeli. Çünkü faşistin “İYİ” adıyla ortada duranın da ne yaptığı ve yapacağını tarihten de örnekleriyle bolca gördük ve görmekteyiz.

İttifaklarda “şimdi değilse ne zaman” anlayışı doğru bir yaklaşım değil. “Her şeye rağmen” ittifakın da faydası olmaz, başa sararız. İttifak ve genel olarak mücadelemizde “Erdoğan karşıtlığı” yeterli sayılmamalı.

Ne bağrımıza taş basmalı ne de bir faşiste karşı diğer faşistten medet umulmalıdır. “Diğer bir kötüye razı olmak” durumundan kurtulmalı, sosyalist sol ve içinde yer aldığı ittifak.
            İttifaklar konusunda ana tavrımız “Ne faşist Cumhur İttifakı, ne de faşist partili Millet İttifakı” olmalıdır.

            Nihayet, içinde yurtsever, sosyalist ve diğer bileşenlerin bulunduğu HDP’nin öncülük ederek kurulan, “Emek ve Demokrasi İttifakı” tarafından alınan kendi adayımızı çıkaracağız” tavrı desteklenmeli, geri adım atılmamalıdır. İttifak içinden bir bölüm, “kendi adayımız olmalı” tavrından taviz vermezken, bir kısmının da “ortak aday da olabilir” tavrı desteklenmemeli. Üçüncü adaya, yani bu ittifakın aday çıkarmasına karşı olanların, açıklamadan sonraki sessizliği ise ayrıca değerlendirilmeli.

Sonuçta, kendi adayımızı çıkaracağımız açıklanırken, “ortak aday da olabilir” demek, kendi gücümüze güveni ve desteği baştan zayıflatır, seçmen farklı beklenti içinde olur, oldurulur.

İkinci turda da ne cumhur, ne de millet ittifakı desteklenmemelidir. Bu tavır da çok net bir şekilde savunulmalı, doğruluğu kitlelere anlatılmalıdır. Seçimlerde en önemli görevimiz, milletvekili sayımızı artırmak ve güçlü muhalefet olmaktır. “Ulusların kendi kaderini hakkı” “Eşitlikçi, sosyal ve demokratik Cumhuriyet” ve “Sosyalizm” propagandasıyla halklarımıza ulaşmalıyız.

HDP’nin kapatılmak istenmesine, sadece AKP-MHP faşist iktidarı değil, Millet İttifakı da farklı yaklaşmayacaktır. Millet İttifakının şimdilik farklı çıkar hesapları var. Konu üzerine önümüzdeki yazılarımda geniş duracağım.

Faşizmi lanetlerken, direnenleri selamlıyor, mücadelede yitirdiğimiz tüm halklardan anti faşistleri saygıyla anıyorum…


Hüseyin Şenol – 28.01.2023

Tags: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑