Makaleler

Published on Nisan 15th, 2023

0

Duydunuz mu, Almanya’da MİT varmış? Günaydın Avrupa? | İ. Metin Ayçiçek


… yaklaşan seçimler nedeniyle, Türkiyeli seçmenler üzerinde bir baskı yaratabilmek amacıyla, zaten çok önceden politik kimlikli mültecilerin ısrarla iddia ettikleri eski bir bilginin tekrarında yarar görüldü: “Almanya’da 8 bin kişi MİT’e çalışıyor”

Sanırım düşünen her beyin, AKP-Almanya ilişkisinin, Türkiye’de demokrasinin gelişiminin önünü kapatacak hangi felaketleri hazırladığını artık tam bir netlikle görmüştür. Almanya’da da Türkiye’de de politikayla birazcık bile ilişkisi olan bireylerimizin hemen hepsi bilir ki, “Almanya’da yaşamak zorunda kalan “yabancılar”a yönelik güçlü bir alerjisi olan Merkel, bütün iktidarı boyunca AKP ve Tayyip ile kurduğu ilişkiyi çok “dostane” bir görünümle hatırlar. Her seçim döneminde Türkiye’ye giderek Tayyip ile “Aile Fotoğrafı” çektirip yayınlayarak ona açık destek sunması; açıkçası hem bölge halkları ve hem de Türk halkının lehine çok da hayırlı bir gelecek vadetmiyordu. Tersine, değişik isimlerle örgütlenmeye hız veren SADAT gibi ırkçı-faşist silahlı örgütlerin, Türkiye’de sürdürdükleri şiddet eylemlerini Almanya’ya da taşıma çabaları nedeniyle, Merkel yönetimlerinin Türk faşistlerine yönelik bu “koruyucu” tavrı, Alman demokratlarının Merkel’e karşı tepkisini iyice artıran bir davranış oldu.

Avrupa Demokrat’da daha önce de konu olarak yayınlanmıştı. Belli ki kamuoyunda pek de açık edilmeyen gelişmeler nedeniyle, konu, Alman yetkililer tarafından da yeniden gündeme taşındı. Ya da en azından, yaklaşan seçimler nedeniyle, Türkiyeli seçmenler üzerinde bir baskı yaratabilmek amacıyla, zaten çok önceden politik kimlikli mültecilerin ısrarla iddia ettikleri eski bir bilginin tekrarında yarar görüldü: “Almanya’da 8 bin kişi MİT’e çalışıyor.”

Evet, haber resmî kaynakların verilerine dayanmaktaydı. Ve söz konusu olan rakam, resmen MİT çalışanı olarak tanımlanan görevlileri kucaklamaktadır. Bu sayıya, Türk devletinin Avrupa bütününde örgütlenmiş olan sivil kurumlarında çalışan istihbaratçıların ve AKP gönüllülerinden oluşan geniş muhbir ağının gücünü de katarak düşünürsek, devasa bir illegal örgütten söz ettiğim daha net anlaşılabilir. Almanya’da toplumsal ilişkilerin içerisine sokulan böylesi bir gücün bütünüyle “suç yaratma” üzerine kurgulanmış kurumlarındaki büyümenin, üstelik gizlemeye de pek gerek duymadan, dış ülkelerdeki konsolosluklar gibi kurumlarla örgütlenip denetlenerek ve maddi destek sağlanarak, doğrudan Türk Devleti’nin yönlendirmesi ile oluşturulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

***

Yakın tarihte, çok izlenen ciddi TV kanallarından biri olan ZDF Kanalı’nın Zoom Haber Programı’nda, geçmişte de aktarılan bir konu tekrar gündeme getirildi: “Türkiye istihbaratının faaliyetlerinde Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) bağlı 900 caminin önemli bir rol oynadığı” bilgisinin altı bir kez daha çizilerek mevcut tehlikeye dikkat çekilmek istendi.

Aslında bu bilgi, Avrupa’daki politik mülteciler için hiç de yeni bir bilgi değildi. Hatta tersine, daha öncesinde de var olan ve Alman Devleti tarafından varlığına gereksinim duyulup uzun süre korunan bu ilişki, artık iki devlet arasında imzalanmış eski antlaşmalar ve kurulmuş statüler üzerinden yürümeye devam edemeyeceği için, “malumun ilamı” olarak sıkça karşılaşılan bir durumun yeni yeni deşifre edilmesi çabası idi. Türkiye’nin içerisine düştüğü ekonomik felaket, Almanya’yı, Türkiye’ye dönük yüzünü başka ülkelere çevirmeye zorladı. Ve düne kadar izin verilen MİT’ personelinin Alman Devleti sınırları içerisinde sürdürmeye çalıştığı operasyon destekli örgütlenme, artık Almanya için, en azından kendi çıkarlarını riske sokan gereksiz bir yükten başka bir anlama sahip değildir. Federal Almanya devleti, tam da bu noktada, “bir devlet olarak egemenlik haklarının ihlali” niteliğinde bir durumu nihayet “gördü”.

***

Dünya devletleri arasında itibarını iyice kaybetmiş, ekonomisi kendi halkının yarısını açlık sınırı altından kurtarmaya yetmeyen; asgari ücretin yaklaşık 9.000 TL, açlık sınırının 10.000, yoksulluk sınırının 32.000 olduğu bir ülkede, bir devlet gibi değil bir gasp çetesi gibi çalışan, elinde tuttuğu tekstil makinalarının ürünü olan bir seccadeye bile “kutsiyet ithaf ederek, arkasında saklanmak için kullanan, aile boyu bir hırsızlar ekonomisiyle kurulan ilişki, giderek uluslararası ekonomik ilişkilerin de olumsuz yönde ve ciddi bir boyutta gözlemlenmesi ve kontrol edilmesi zorunluluğunu uluslararası devlet ve finans kurumlarının sıkı denetimi içerisine hapsedildi. Bir deprem anında, dost ülkelerden gelen yardım çadırlarına bile el koyarak satan hırsız bir devletin dostu olmak, artık sadece kendi ülkesinin halkları tarafından değil, dünya halklarının büyük çoğunluğu tarafından da hoş karşılanmayan, hatta iğrenç bir ilişki haline getirilmiştir.

Almanya’da son haftalarda sıkça gündeme getirilen MİT elemanlarının özellikle Almanya’da çok büyük sayılarda örgütlendiğine ilişkin bilgiler, elbette egemen bir devleti çok yönlü olarak rahatsız eder. Ve son üç-beş yıllık bir dönemde Almanya’ya yerleştirilen istihbarat elemanları ve Almanya’daki Türkiyeli gençlerden oluşturulan faşist-paramiliter örgütler, öylesine arttı ki, bunların zaman zaman Alman polisiyle de çatışarak bir yönelişe girdiklerini açıkça görebiliyoruz. Bu tür örgütlerin eğitim alabilmek için Alman Nazi örgütleriyle de ilişkileneceğini söylemek bir kehanet sayılmamalıdır elbette. Hatta bu sürecin son aşamalarına doğru hayli yol katettiklerini söyleyebilmek için artık bilgi sahibi olmaya bile gerek yoktur.

İstihbaratı hayli güçlü olan Alman Devleti’nin, Merkel hükümetleri zamanında, Türkiye’de gerçekleştirilen genel-yerel bütün seçimlerde, hemen Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirerek faşist Tayyip Erdoğan’a açık destek verdiğini Sağır Sultan’a da sorsanız “kesinlikle bilir. Bu ilişkiyi MİT de bilir, Alman parlamentosu başta olmak üzere Alman istihbarat kurumları da, içişleri bakanları da, başbakanları da elbette bilir. Türkiye’nin insan hakları ilkelerine sadık özgürlükçü bir demokrasiye ulaşabilmesi için Avrupa’da sürdürdüğümüz demokratik çabalarda bile kendi sınırlarını koyan Alman Devleti’nin, bu sınırları aştığı iddia edilerek sol gruplara yönelik açılan ceza davalarına karşın, Türkiyeli sağın terör eylemlerini görmezlikten gelmesi ise, yıllardır sürdürülen bilinçli ama çirkin bir politika idi.

Biz iktidarlarının bunu çok iyi bildiğinden eminiz. Erdoğan’ın bugünkü noktaya gelişindeki en önemli destek Almanya değil miydi? Evet, öyle idi!

Zoom Programı’nda “söz konusu camilerde görevli Türk imamların, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın muhaliflerine ilişkin bilgileri direkt olarak konsolosluklara ve büyükelçiliğe aktardığını” iddia eden konuşmacılar, bu nedenle “2017 yılında bazı imamlara soruşturmalar açıldığını, ancak bir süre sonra dava dosyalarının kapatıldığı” bilgisini de aktardılar.

Programda yer alarak konuşan siyasetçiler ve uzmanların “Türk devletinin Almanya’da yaşayanları fişlemesinin suç olduğunu” söyleyerek olayı tanımlamaları ise, gerçekte bir komediden başka bir şey değildir. Çünkü bu “suç” saptaması; Amerika’nın yeniden keşfinden daha komik bir durum yaratmaktaydı. Örneğin Paris’te katledilen üç Kürt kadın devrimcinin katilinin geçmişte Almanya’dan Fransa’ya gitmiş birisi olması rastlantı sayılabilir mi? MİT ile olan ilişkisi bilindiğine göre, böylesi bir olasılıktan söz etmek yanıltıcı olacaktır.

Peki, ünlü bir istihbarat uzmanı olan Erich Schmidt-Eenboom’un söz konusu program için ilettiği kısa röportajda “MİT’in Almanya’da en fazla örgütlü istihbarat örgütlerinden olduğunu” söylemesi belki de Alman devletini çok ürkütmemiş olabilir. Ama aynı uzmanın ilettiği raporda federal hükümetin sessizliğini ciddi örneklerle eleştirdi. Bir insan olarak utanarak söylüyorum: Tamam, ar damarınız çatlamış olabilir ama belki Erich Schmidt-Eenboom’un şu saptaması dikkatinizi çekebilir: “Fransa’nın başkenti Paris’te 9 Ocak 2013 günü Kürt kadın aktivistler Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katledilmesinin de MİT’in işi olduğu” iddiası yine de ortada mı kalacaktır?

Katil Ömer Güney’in yakalanmasında sonraki kısa süren yaşamı da ilginçtir: Beyin tümörü sorunu olan Güney, soruşturmanın bütün safhaları tamamlandığı halde duruşma dört yıl boyunca bir türlü başlatılamadı. Nihayet davanın 23 Ocak – 24 Şubat 2017 arasında yapılması kararı alındı ama duruşma tarihine 36 gün kala Cezaevinde durumu ağırlaştı ve Paris’teki Pitie Salpetriere hastanesine kaldırıldı. Hemen ertesi günü ise öldüğü bildirildi.

Katliamın gerçekleştirilmesinden sonra bütün kanıtlar elde tutulup, ifadeler tamamlanmış olmasına rağmen Ömer Güney’in yargılanmasının dört yıl boyunca gerçekleştirilememesi ilginçti. Bu durumu şiddetle eleştiren davacıların avukatları Sylvie Boitel, Antoine Comte, Virginie Dusen, Jan Fermon ve Jean-Louis Malterre yaptıkları bir basın toplantısında,  “Fransa’nın bir kez daha toprakları üzerinde yabancı istihbarat servisleri tarafından işlenmiş siyasi nitelikli bir suçu yargılayamamasından dehşet duyduklarını” açıkladılar.

Bu cinayet olayına ilişkin soruşturmalarda Türk Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) rolü olduğu iddiası ortaya atılmıştı. Soruşturmayı yöneten Paris Savcılığı kaynakları, Fransız basınına, “MİT’in öncelikli olarak Sakine Cansız’ı hedef alan cinayetin tasarlanış ve hazırlanış aşamasına katıldığını düşündüklerini” söylediler. Ama yine de kaynaklar bu olayda, “MİT ajanlarının bu cinayete amirlerinin emriyle doğrudan ya da MİT’in imajını bozmak amacıyla MİT yönetiminden habersiz veya barış sürecine zarar vermek amacıyla katıldıklarına dair yeterli kanıt olmadığını vurgulamışlardı. Fakat, katledilenlerin PKK’li Kürt Devrimciler olduğunun bilindiğine göre, sadece bu bilginin bile bir katliama hedef olabileceği güçlü bir inanç olarak hep akıllarda kaldı. 

***

Geçmişte, yani sanırım 3-4 yıl önce, Nürnberg Belediyesi’ne bağlı bir Kültürevi olan Villa Leon’da, Nürnbergli demokrat kurumların birlikte düzenlediği barışçıl-demokratik bir eylem olan “Hrant Dink’in Katledilmesini protesto” etkinliğimizde şahsen yaptığım konuşmanın ve bu etkinliğe katılan değerli bir dostumun etkinlikte şiir okuması nedeniyle konsolosluğa “Türkiye düşmanlarının yurtdışı faaliyetlerine ilişkin örnek” bir rapor olarak aktarılması… Ve salona giren kimliği belirlenemeyen bir şahsın internetten gizli bir hesap üzerinden yayınladığı görüntülerle hem “Ermeni soykırımını” organize eden, hem de salonda yer alarak etkinliğe katılan Kürt, Türk, Ermeni, Laz, Rum, Yahudi, Alman ve diğer halklardan demokratları hedef göstererek teşhir etmeye çalışması eylemini konsolosluktan ayrı tutarak açıklayabilmek mümkün müdür?

Ya da HDP eski Milletvekili Turgut Öker’e yönelik Türkiye’de açılan hukuksuz davanın Almanya’nın NRW Eyaleti’nde yaşayan bir MİT muhbirinin Türkiye’ye ilettiği ihbara dayandırılarak açılması skandalı… 

Ya da, Almanya’dan iletilen MİT raporlarına dayandırılarak Türkiye’ye gittiklerinde tutuklanan onlarca devrimci-demokrat yurtsever Kürt’ün bu muhbirlerin hiçbir belgeye gereksinim duyulmadan iletilen raporlarıyla tutuklanıp yargılandıklarını; ya da HDP Milletvekili de olan sayın Gazeteci Hayko Bağdat’a yönelik gerçekleştirilmek istenen ama deşifre edilerek engellenmiş olan suikast planının Almanya’da biçimlendirildiği gerçeğini Alman istihbaratının bilmemesi asla mümkün değildir.

Yine, bir çok muhalif gazete gibi, Avrupa Demokrat’ın da Saray’ın Mahkemelerince sıkça yasaklanması, bu sorunun dışında düşünülemez. Yasaklama ve engellemelerle yetinmeyenler, daha bir buçuk yıl önce, Avrupa Demokrat emekçilerinden gazeteci-yazar Hüseyin Şenol’a mermi göndererek tehdit etmesi de Alman devletinin çok da fazla umurunda olmadı. Daha doğrusu, 3-4 ayda bir arayıp, Almanya emniyetinin “olayı takip ediyoruz” demelerinin dışında oralı olmadı. Çünkü işin içinde “ortaklarının” olduğu ortaya çıkabilirdi.

Daha onlarca, yüzlerce örnek vermek mümkün…

Bunlar Alman Devleti’nin bilgisi dışında olamaz, böylesi bir iddiaya kimse inanmaz. Eğer gerçekten böyle ise bu güvenlik zafiyetidir.

Ve istihbarat uzmanı Erich Schmidt-Eenboom’un da aktardığı gibi, “MİT’in Almanya’da en fazla örgütlü istihbarat örgütlerinden olduğunu” Alman devleti farkında mı değildir?  belirterek, federal hükümetin sessizliğini eleştirdi.

***

Ve şimdi o ünlü deliğine basarak üfleyelim zurnaya: Üstelik ağzımızı açmadan Alman istihbarat uzmanına verelim sözü: 4 Ağustos 2017’de, Irak Federe Kürdistan Bölgesi’nde PKK’nin elinde tutsak olan MİT sorumluları Erhan Pekçetin ve Aydın Güney’in ifadelerini ve olaya ilişkin Fırat Haber Ajansı’nda (ANF) yayımlanan ifadeleri de inceleyen Erich Schmidt-Eenboom, MİT’çilerin katliama giden süreçte infaz emrinin hiyerarşisi ve olayın gerçekleştirilmesi sürecine ilişkin verdikleri bilgilerin inandırıcı olduğunu söyledi.

Ve daha da önemlisi, yine Erich Schmidt-Eenboom’un iddiasına göre: Fransız istihbaratı ile güvenlik birimleri Paris suikastının emrinin bizzat Erdoğan tarafından verilmiş olduğu da bu araştırma sürecinde saptamıştır. Bu alçakça cinayeti örgütleyen alçaklar ise hiyerarşik sıralamaya göre şunlardır:

“MİT Yurtdışı EBF (Etnik Bölücü Faaliyetler) Daire Başkanı Uğur Kaan Ayık ; O dairedeki Operasyon Şube Müdürü Oğuz Yüret ; Operasyon şube elemanı Ayhan Oran.  

Ve katliamın planlayıcısı olarak ifade edilen Sabahattin Asal.”

***

Evet, yıllarca dillendirdik sözümüzü, eğer anlatamadıysak hadi yine de kimseyi öteye itelememek için bundan kendimizi sorumlu tutalım. Tarih kanıtlamıştır ki, özgürlükler, hiçbir zaman devletin koruması altına bırakılamaz. Çünkü söz konusu devletler, sömürü sisteminin temel aygıtlarından biridir. MİT de, polis de, asker de, hukuk da, cezaevi de, faili meçhuller de devlettir, devlet alanında var olurlar. Alman, Fransız ya da bir başka “modern” ülkenin devletinin yapısı ve değerler sistemi, uygulamada farklılıklar gösterebilse de, özde hiçbir biçimde farklılığa sahip değildir.

Türk devletinin katil ve hırsız lideri tarafından verilen emirle, Almanya’nın bilgisi dahilinde Fransa’da gerçekleştirilen üç devrimci yurtsever Kürt kadınının öyküsü, devlet denilen kurumun, şiddet karakterinin muhalifleri üzerindeki tanımlanmasındaki uluslararası ilişki bağını çok açık sergiliyor.

Türkiye gibi bir ülkede, gelecek üzerine ciddi yorumlar yapılamayacağını kendi deneyimlerimizle yaşadık ve sıkça özeleştiri vermek zorunda kaldık. Oysa usta bir yorumcu, geleceğe yönelik yorumlarında daima birbirine zıt birkaç alternatif sayabilmeli ki biri olmazsa öteki tutabilsin. Ötesinde şansımızın, dürüst bir oyuncu karşısında bile “yazı mı tura mı”dan fazla olmayacağını bilmek gerekir.

O halde halklar olarak yönetimi ele almak için seslenmeliyiz. Bu memleketi yirmi yıldır yöneten ve soyup soğana çeviren bu iktidarı silkeleyip atmakla kalmayıp, yakalarına asılarak hesap sormak gerekmektedir. Hesaplaşma gün gün yaklaşmaktadır. Kapıları tutmayı unutmayın. Kaçacaklar çünkü! 

Pek saygıdeğer bir dili olan Cumhurbaşkanı’nın muhalifler ve AKP’li olmaya kitleler için söylediği ve yargı konusu bile olmayan sözlerinin, anlamlarını pek bilmesem de ben de kendileri için kullanacağım: “Bunlar çürük”, “Bunlar sürtük”türler ey halkım!  

Hadi bakalım! “Ya sürtükler başa / Ya çürükler leşe! 

Gemicikler ve kasalar çok değerli başkanıma!

(Mahkeme bu sözleri daha önce kullananlar için dava açmadığına göre bu sözcükleri sahibine iade etmek için kullandım ve ağzıma-dilime-beynime yakışmadığı için de bir daha kullanmayacağım. İzinde yürüyor ve yeni küfürlerini bekliyorum sevgili Başkan.)


İ. Metin Ayçiçek – 15.04.2023

Tags: , , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑