Makaleler

Published on Mart 7th, 2023

0

Cumhur kim, Millet kim? | İ. Metin Ayçiçek


• CHP, tarihsel olarak üstlendiği “devlet partisi” tanımının dışına çıkmayı çok partili dönemde de istemedi…
• Ve bu nedenle benim Cumhurbaşkanı adayım, demokrasi ve özgürlük mücadelesi içerisinde var olmuş partimin göstereceği adaydır. Başka söze gerek yok…

Resmî rakamların üzeri örtülmeye çalışılsa da Türkiye’de yaşanan bu son depremde can kaybının 100 bini aşkın olduğu sanılıyor. Ve hepimiz de gayet iyi biliyoruz ki, yaşananlar kesinlikle bir deprem değildi: Bu felaket, AKP+MHP ittifakının sunumuyla ortaya çıkan bir “devlet katliamı” idi. Deprem, bir yandan iktidar cephesinde kolluk güçleri ve silahlı kuvvetler arasında iktidar olma rekabetine dayanan iç çatışmanın hangi tehlikeli noktaya tırmandığını sergilerken, öte yandan ülkenin bir doğal afet yaşaması halinde muhtemel mağdurlara verilmek için hazır tutulan çadır, ilk yardım çantaları ve benzeri ilk yardım ve destek setlerinin Kızılay Başkanınca satıldığının öğrenilmesi, TC sınırları içinde  yaşanan talanın hangi boyutlara ulaştığını kanıtlarıyla sergileyerek toplumun öfkesini yükseltti…

Ne yazık ki ailem küfretmeyi öğretmedi bana. Zaman zaman öfkemi bastırmak için ihtiyaç duyduğumda ise, 70’li yılların başlarında Yıldırım Bölge Askeri Ceza ve Tutukevi’nden yoldaşım olan Mahzuni Şerif’in çok sevdiğim dizeleri dökülür dilimden:

Yuh yuh soyanlara   /   Soyup kaçıp doyanlara

İnsanlara kıyanlara   /  Yuh nefsine uyanlara  / Yuh yuuh!

 ***

Tamam, artık onlara kızıp ağzımı bozmayacağım. Küfür bilmiyorum ama hakaret etmek için de olsa ağzımı açtığımda, midem bulanıyor çünkü.

Aklıma “Kızılay” kurumu geliyor. Deprem geliyor. Ve yardımsever Emine Erdoğan’ın çok meraklı olduğu Hermes marka çantaları geliyor. Eh, Cumhur’un başkanının eşi, olacak o kadar. Umudumu kaybetmedim elbette. Hiç olmazsa 50 bin dolarlık çantalarından birini satar, yardım eder evini başına yıktığı halkına

Benim için iyiliğe açılan kapı idi çocukluğumda gençliğimde Kızılay. Günümüz Kızılay yöneticilerinin kurumu soyup soğana çevirdiklerini ağlayarak anlatan depremzedeleri dinlerken Mahzuni’nin yuhalaması daha vurgulu, daha öfkeli çıkıyor gırtlağımdan. En uzun yuuuh’um ülkeyi soyup soğana çeviren aile boyu Tayyib çetesi içindir elbette. 50 bin dolarla ne yapılır bilemem ama en azından başına topladığı sadece evsiz barksız yiyeceksiz ilaçsız değil, ama aynı zamanda anasız babasız bıraktığı çocuklara ulufe dağıtır havalarında sadaka veriyordu ya… Hayırsever bir katil. Eh, biz de “HAYIR!” severiz. Hele Mart bir gelsin bakalım. Hangi kapıdan bakacaksın, göreceğiz.

 ***

Açık açık söylemek gerekirse, giderek masal kahramanlarına daha çok benzetilmeye başlanan Altılı Masa Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’na Tayyip’e duyduğumdan çok daha büyük bir öfke duyduğumu söylesem beni hemen suçlamazsınız dilerim. Çünkü Tayyip’i o makama getiren partinin CHP olduğunu unutmam mümkün değil. Çünkü onlarca seçilmiş Kürt milletvekilinin vekilliğini düşürtüp hapse attırılmasına yol açan söz bugün de aklımda: “Anayasaya aykırı olduğunu biliyorum, ama yine de, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin iktidarın getirdiği yasa taslağının kanunlaşması için “evet” diyeceğiz diyerek HDP Milletvekillerinin Meclis içerisinden alınıp cezaevlerine atılmalarının yolunu açan o değerli oylar CHP’nin “evet” oyları idi.

Kayyumların gasp ettiği seçilmiş Kürt belediyelerini, bu yasadışı darbesine yönelik hiçbir çıkış yapmadı; HDP genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş eşbaşkanlarımın milletvekillikleri gaspedilip kendileri yüzlerce Kürt yurtsever ve sosyalist ile birlikte cezaevine atıldığında, yasaları, anayasal hakları savunmamış ve bu politikacıların haklarını savunmamış olan bir politikacıdan tutarlı bir demokrat çıkmaz, çıkamaz. Kürt halkının ve Anadolu-Mezopotamya topraklarının diğer ev sahiplerinin gasbedilmiş kimliklerinin ve dillerinin kayıtsız şartsız özgürleştirilmesine ilişkin politik yaşamı içinde bir kez bile olsa uluslararası hak ve özgürlükler bağlamında, bu hakları savunmamış bir siyasal parti liderinden bir demokrat çıkmaz. Kendisi içinde olsa da olmasa da, inanç özgürlüğü bağlamında önderlik yaparak “Aleviliğin” ve diğer bütün inanç gruplarının, devlet dininin egemenliği altında tutulması sisteminin kaldırılacağına ilişkin tek kelime söylemedi. Yani, yolunu kaybetmiş, harama dalmış, alışmış, soygun firması sahtekâr Hıyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını savunamayan bir politikacıdan, zorla kimliğinden koparılanlara özgürlük vaade sunamayan ve sunmayan bir ana muhalefet partisi genel başkanına güvenebilmek için bir tek neden bulamıyorum.

 ***

Bu deprem biliniyordu. Uzmanlar, gün ve saat bile verdiler beklenen depreme ilişkin. Ama hem halkın vergileriyle saraylar yaptırabilen yedi göbek aile boyu hırsız şebekesi; hem bu şebekenin as elemanlarından olan Soysuzlar ve iktidar uğruna silah arkadaşlarını satabilen o onursuz general artığı uyduruk bakan binlerce evin yıkılması ve on binlerce insanın enkaz altında kalmasını sadece izlediler.  İki gün, yani bir depremden kurtaracaklarımıza yönelik umutlarımızın en yüksek düzeyde olduğu o ilk iki gün, bu cinayet şebekesi tarafından kişisel hesaplaşmaları nedeniyle heba edilebildi. Devlete çöreklenmiş olan bu akbaba sürüsünün böylesi büyük bir depreme müdahale edip etmemek konusundaki kararlarını, kendi iktidarlarının geleceğini düşünerek planlamış olduklarını öğrenmek dehşet verici idi. İki gün boyunca depreme devletten tek bir yardım eli uzatılmadı. Üstelik bu ilgisizliği “neredeydiniz?” diye sorgulayan acılı ailelerin eleştirilerini, devletin başındaki aile boyu küfürbaz hırsız da, onun erken bunamış, ne söylediği bile anlaşılamayan ortağı da kudurgan bir öfkeyle, hakaret ve küfürle yanıtlıyorlardı. Devlet, deprem alanında para kazanmak için çadır satmaya başlamıştı.

 ***

Ne yazık ki, bu depremde sadece fiilen iktidarda olan hırsızlar değil, ama onlarla birlikte, CHP dahil, muhalefetin altılısı onaltılısı bil cümle sınıfta kaldı. Kala kala birkaç kişi ancak kalmış olan dürüst bilim insanlarının uyarılarını deprem günü değil, deprem öncesinde her gün, her gün gırtlağını yırtarcasına haykırmayan muhalefet ya da iktidar partilerinin bütünü bu katliamın müşterek suç ortağıdır.

Bütün insani değerlerimin deprem altında kaldığını görerek irkildim. Örneğin, insanın gözünün içine baka baka yalan söyleme becerisinde ün yapan, eroin pazarlayıcısı, eli kanlı cinayet örgütü lideri, gaspçı soysuz bakanın; ya da, komutasındaki askerleri kişisel çıkarlarını korumaya yönelik hesaplarla iki gün boyunca deprem alanına sürmeyen komutanın hayaleti ve bilcümle onlarla iş tutan şerefsizler geçti gözümün önünden bir korku filmi gibi.

Ve elbette 20 küsur yıllık bu ucube iktidarın en sadık desteği olan güya muhalefet partisi de bu öfkeli dilimden az da olsa payını aldı. Elbette devlet yetersizliği nedeniyle yaşanan her acının en az yarısı bu ana muhalefet partisinin desteğiyle gerçekleştirilmişti. “İnsanın korunması” anlayışı yerine, “devletin korunması” anlayışına sığınarak kabuğundan çıkmayı göze alamayan korkak bir bürokratın desteğiyle sürdürülmektedir bu cinayet filmi.

Aslında yüzyıllardır tanığı olduğumuz bu tür demokrasilerde “Sopa ve Havuç Yöntemi” ile “Yönetme Oyunu”nun bir oyuncusu sopa ise diğer oyuncusu havuçtur. Demokrasi tanımıyla taçlandırılmamış olan bu garabet “cumhuriyet”, üstelik bugün en ilkel haliyle sürdürülmeye çalışılmaktadır.

 ***

Günümüzde Türkiye’de yoksul halklara yaşatılan dehşet, bir doğal afet türü olan “deprem” değil, mevcut devletin bizatihi kendisidir. Açıkçası CHP’li bir muhalefet, sisteme karşı gelişebilecek olan tepkileri yumuşatarak yok etmeye çalışan, kimlik yoksunu, eli sopalı iktidarın eli havuçlu ruh ikizi olan bir muhalefettir. Tayyip’i mezardan çıkarıp iktidara taşıyan da; “anayasaya aykırı” olduğunu bile bile, sadece HDP’ye vuracağı için milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasını destekleyen de; Parlamentonun üçüncü büyük partisi olan ve halk tarafından aynı yasal hükümler çerçevesinde seçimler yoluyla Meclise giren HDP’yi aynen MHP ve AKP’nin faşist tavrıyla karşısına alan da bu demokrasisiz cumhuriyetin ana muhalefetinin üstlendiği asli görevdir.

 “Tayyip’in Üniversite diplomasının sahteliği” açıkken bunu sorun yapmayan ve bu yasadışı yollarla iktidar gaspına ortak olan bir muhalefet partisinden söz ediyoruz. İktidar ve ortaklarının hırsızlıklarını deşifre eden HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılıp tutuklanmaları, seçimle kazanılmış HDP’li belediyelere kayyum atanarak el konulması, bu yasal partinin Genel Başkanı’ndan sıradan üyelerine kadar bütün gövdesinin gerçek olmayan ithamlarla tutuklanması bile bu ana muhalefetin desteğiyle gerçekleştirilmiştir.

Seçilmiş Kürt belediyelerinin kayyum atamalarıyla gasp edilmesine bir sözcükle bile itiraz etmeyen muhalefeti, sömürgeciliği sürdürme inadını besleyen şoven milliyetçilik ile tanımlamak; ya da demokrasi konusunda sahtekarca ikili oynama iddiasının ifade edilmesi, malumun ilanından başka bir şey değildir.

***

Bu ana muhalefet partisi, Anadolu-Mezopotamya topraklarında bir arada yaşayan halkların bütününü demokratik birliktelik içinde toparlamak yerine, her faşist partinin ilkesi olan ulusal birliği tek’likle tanımlamakta bir beis görmedi. Demokrasiyi “haklar” temelinde değil “seçimler” olarak tanımlayarak günümüz İran örneğiyle özdeştir. Bu nedenle de iktidar olmaya yönelik mücadelesinde demokratik zeminde önüne çıkan hiçbir fırsatı değerlendirmeye yönelmedi. Tersine 7 Haziran 2015 seçimlerinde olduğu gibi, HDP’nin kendisine sunduğu bütün olanakları reddederek, iktidarı bilerek ve isteyerek AKP’ye devretti.

CHP, tarihsel olarak üstlendiği “devlet partisi” tanımının dışına çıkmayı çok partili dönemde de istemedi. Bir “devlet partisi” olarak demokrasiyi geliştirmek, yönetime aktif olarak taban katılımını gerçekleştirmek gibi aktif rol üstlenmek yerine, esas olarak asker-sivil bürokrasiyi bağrında toplayan “devletin asli koruyucusu” bir parti olarak kalmayı yeğledi. Genellikle kurucu kadroların üstlendiği bu süreç, CHP için demokratik seçimlerin önemini azalttı. Darbe yapabilecek güce sahip olan bürokrat ve askerleri bağrında topladığı için, kendini devletin asli koruyucusu tanımı içerisine hapsetti. Bu tutuculuğu nedeniyle CHP demokrasiyi sadece seçimle tanımlamaktan kopamadı. Hakların düzenlenmesinde bütünüyle devletin koruyuculuğu öne alındığı için demokratikleşemedi. Ve her koşulda bir “devlet partisi” olma özelliğiyle varlığını sürdürebildiği için, demokratik ilkelerle taban tabana zıt askeri darbe hareketlerinde bile, sömürgeciliğin devamından yana olan “devlet partisi” kimliğini korudu.

***

Hiç kimse beni “Kılıçdaroğlu’nun gerçek anlamda bir demokrat olduğu” iddiasına inandıramaz. “Devletin bekası” iddiası ile üzeri örtülmüş olan zulme dayalı sömürgeciliğin açtığı yaralar gittikçe derinleşirken sesini çıkarmayan bir insan demokrat olamaz. Bir muhalefet partisinin genel başkanından seçilmiş parlamenterlerine, seçilmiş belediye başkanlarından sıradan çalışanlarına kadar binlercesi yasal dayanaklara sahip olmayan suçlamalarla sadece kendi kimliklerine ve dillerine sahip çıktıkları için yasal olarak kurulmuş partileri bu ceberrut devlet tarafından kapatılıp genel başkanları ve üyeleri zindanlara tıkılmışken, bütün bu insan hakları ihlallerinin görmezlikten gelinmesi adil bir tutum olamaz.

Kılıçdaroğlu işte bu sistemin bire bir destekçisi; sömürgeci sistemin bugün ihtiyaç duyduğu havucudur.

***

Depremle birlikte öfkeli halk yığınları enkaz altından, stadyumlara taşan bir sesle Türkiye Cumhuriyeti denilen bu cinayet örgütünü yüksek sesle lanetledi. Sesi kısılmış, sindirilmiş olan toplum, yaşam isteğini yeniden seslendirmeye başladı ve elbette karşılığı devletin başı tarafından halka küfredilerek verildi. Depremle yerle bir olan binaların enkazına gömülmüş canlı ya da cansız bütün bedenler sadece mevcut iktidarın üzerine değil, ama aynı zamanda muhalefetin de üzerine gitmektedir artık. Çünkü iktidar ne kadar zalimse, muhalefet de en az onun kadar duyarsız ve suçludur.

Ana muhalefet rolünü üstlenmiş ve benimsemiş olan CHP, Tayyip iktidarının en azgın zulüm gösterilerinde bile, “devletin çıkarlarının korunması” iddiasıyla, tanımladığımız bu rolünü sürdürmekten vazgeçmedi. Ama deprem enkazının altından “ölüyorum… devlet nerde?” diye sesler yükselmeye başladı. “Fıtratının içine … söyletme beni saray soytarısı“ isyanına stadyumlardan yanıt geldi: “Yalaaaan, dolaaann! İstifa et ulaaan!” Ve bu haykırış sadece iktidarın onursuz temsilcilerini değil, muhalefetin omurgasız yaratıklarını da hedef almaktaydı. Ve Ertuğrul Kürkçü’nün yazdığı gibi:

“Halk, faşizmin politika mezarlığına dönüştürdüğü stadyumlarda politikaya hayat verdi. Futbol maçlarından yükselen ‘istifa’ haykırışı apolitisizm dayatmasına cepheden meydan okuyuşun parolası oldu, ‘altılı masa’ya sirayet eden ‘milli mutabakat’ heveslerini kursaklarda bıraktı.”

Sadece bu da değil: Erdoğan denilen kifayetsiz muhterisin birtakım uydurma gerekçelerle seçimi geriye atma projesini de reddeden o ses, yine Ertuğrul’un deyişiyle: “Erdoğan kendisi için en elverişsiz koşullarda seçime gitmeye zorlandı.” Üstelik on binlerce insanın ölümüne neden olan bir depremin ortakları olan leş kargaları da talanlarıyla kaybolmadan önce boy boy tespit edildiler: Ülkenin en eski kurumlarından biri olan Kızılay’ın çoktan beri depolarında afet için korunan çadırları satmış olduğu; aktarılan yardımlarla kâr amaçlı yatırım yapan şirketlere dönüştürülmüş olduğu öğrenildi. Yeraltından başlayan deprem, devleti de hayli büyük bir güçle salladı: Üç gün öncesinden saatiyle ve alanıyla ilgili bilgileri uzmanlar tarafından yetkililere iletilmiş olmasına rağmen hiçbir önlem alınmayan deprem, göz göre göre devlet eliyle gerçekleştirilmiş bir katliama dönüştü.

***

Şimdi bütün bunların hesabını verecekler elbette. Büyük bir öfkeyle homurdanarak dışa vuran bu deprem, her tür kirliliği ama özellikle insanın böylesine kirletilişini gerçekleştiren siyasal yapıları yargılayacak, eminim. Elbette bu sorgulama sadece iktidar üzerinden değil, ama aynı zamanda sömürgeci temel yapılanmayı koruyan besleyen bütün sömürü sistemlerini de önüne koyacaktır.

Yaşadığımız ülkenin politik yapısını tanımlayan, hatta belirleyen temel özelliğin devletin sömürgeci yapısı olduğunu biliyoruz. TC sömürgeciliği ve Türk ırkçılığı ve bu aç ülkenin iki mersedesli Hıyanet İşleri Başkanlığının yarattığı yeni din için getirilen fetvalar ile, artık evlatlık alınan kız çocukları ile evlenmenin de yolu açıldı. Eh, Cennette sahip olacakları huri ve gılman vaadiyle zulme ortak olan bu kafaların anamda babamda gördüğüm o sevecen İslam anlayışı ile bir benzerliği olmadığını görmek bir ateist olan bende bir mutluluğa neden olurken, halkının büyük çoğunluğu aç iken kendisi ve karısı için halkın vergilerinden oluşan bütçesi ile mersedes alabilen bir hıyanet işleri başkanının çocuklarımız için korkunç bir gelecek yaratacağını artık açıkça görebiliyoruz.

Açıktır ki henüz siyaseten kirlenmemiş olan her insan, artık çok riskli bir sürece girildiğinin farkındadır. Çünkü Anadolu-Mezopotamya toprakları, belki de tarihinin en önemli hesaplaşmalarından birine başlamak üzeredir. Ülkenin en değerli kaynaklarının, zenginliklerinin nasıl talan edildiğini görüp öfkelenmek için, böylesi bir depremi mi bekledik yoksa?

***

Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığına adaylığını açıkladığı konuşmasında şöyle diyor: “Ben sadece bir Cumhurbaşkanı adayı değilim; Bereket, huzur ve adalet hasretinin adayıyım. Gülümseyen yüzleri tekrar görmek için adayım. Bir seçimi kazanmaktan fazlasına adayım. Gönülleri kazanmaya, kaygıları gidermeye, korkuları aşmaya, küslükleri barıştırmaya, sofralara bereketi getirmek için adayım… Ama sadece ben değil, her vatandaşım, oy vermeye gidecek olan herkes, bu ülkeyi olması gerektiği ve hak ettiği yaşam için değiştirmeye adaydır.”

İçi bomboş vaatler bunlar. Gönülleri kazanıp kazanmaman benim karnımı doyurmaz; temel özgürlüklerime kavuşturmaz. Üstelik sahte din kitaplarının hepsinin peygamberlere hitabında yer alan “küslükleri barıştırmak” senin haddin de görevin de değil. Örneğin 17 bin 500 faili meçhul cinayetin Mehmet Ağar gibi katilleri serbest dolaşabilirken, ben kan davalımla neden barışayım ki? Barışa ulaşmak için katilleriyle mağdurlarını kucaklaştırıp sorunlarını çözebileceğinize mi inanıyorsunuz gerçekten? Onlardan hesap sormayacak mısınız?

Soysuzlar bu ülkede elini kolunu sallaya sallaya dolaşabilecek mi?

Yeri gelmişken sorayım: Kürt sorununa hiç değinmediniz! 100 yıldır inatla sürdürülen demokrasiden yoksun bu Cumhuriyeti,  demokrasiyle de buluşturacak mısınız? Örneğin İran’da da Cumhuriyet rejimi olduğuna göre, demokratik cumhuriyet iddianız olacak mı?

Ve Anadolu-Mezopotamya coğrafyasının kadim halkları ya da inançlarının özgürlüğünü gerçekleştirmek için haramzadelerin dergâhı olan Hıyanet İşleri Başkanlığı’nı lağvedecek misiniz?

***

Ama ben şimdilik sürekli yoksul kalmama ve sürekli mağdur olmama rağmen, içtiğim temiz suyu bulandırmayıp, yediğim ekmeğe haram katmadan, tek umudum olan Halkların Demokratik Partisi HDP’ye bağlı kalmaya devam edeceğim. Onun, coğrafyamızda yer alan bütün halkların özgürlük umudunu yeşerten mücadelesine katılıp, varlığım pahasına da olsa, karınca kararınca umudu yükseltmeye çalışacağım.

Benim Cumhur’um Anadolu-Mezopotamya topraklarında yaşayan özgürlük talepli halklardır. Örneğin Türk halkının sahip olduğu bütün haklara Kürt halkı da eksiksiz olarak sahip olmadığı sürece, ben bu devletin adaletine güvenmeyeceğim.

Eğer Ermeniler, Yahudiler, Lazlar, Çerkezler, Türkler, Kürtler kendi dillerini açıktan konuşamıyor; eğitimini alamıyor, o dili eğitim dili olarak kullanamıyorsa (hiç kimse “böyle bir ülke olur mu diye aptalca bir soru sormasın sakın!) evet, kendi dillerini konuşup geliştiremiyorsa; demokrasiye kendi gereksinimlerini de katamıyorsa, kesinlikle hamaset yapmadan gerçekleri açıklayalım.

Ben HDP’liyim. Türküm ama bu ülkede yaşayan her insanın en az benim kadar özgür olmasının, kendi diliyle eğitim yapma hakkını elde ederek benim sahip olduğum olanaklarla donanarak, yani benimle bütün alanlarda bire bir’den belki daha fazla hak ve olanak sahibi olarak birlikte yaşamasından büyük mutluluk duyuyorum. Onlarla birlikte kendime güvenim daha da artıyor.

Ve bu nedenle benim Cumhurbaşkanı adayım, demokrasi ve özgürlük mücadelesi içerisinde var olmuş partimin göstereceği adaydır. Başka söze gerek yok.

Ve bir adım daha: Bir ittifak adına da katılsa, halkların özgürlük mücadelesinin meşruiyetini ilkesel olarak savunmayan; Kürt halkının ulusal kimlik taleplerine destek vermeyen hiçbir partiye payanda olmayacağım!

Bu kadar milletin hakkın alanlar / Onları kandırıp zevke dalanlar
Diplomayla olmaz hakim olanlar / Suçsuzun başına çöktüm ise yuh!


İ. Metin Ayçiçek – 07.03.2023

Tags: , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑