Makaleler

Published on Şubat 16th, 2023

0

54 yıl önce bugün: ABD uşaklarının alçakça saldırısı | Doğan Özgüden


ABD 6. Filosu’nun yeniden İstanbul Limanı’nı ziyarete gelmesi alenen yeni bir provokasyondu. Filo’nun bir önceki ziyaretinde Vedat Demircioğlu’nun öldürülmesinin üzerinden daha bir yıl dahi geçmemişti. Ziyarete karşı arka arkaya bildiriler yayınlanıyordu. Ziyaret öncesi yayınlanan Ant’ın kapağında bu tepkileri “17 Temmuz’u unutmadık… Katil Filo Defol” cümleleriyle özetliyorduk.

Filonun ziyaretine karşı çıkan devrimci sendikacılar da harekete geçmişti. Toplantı üzerine toplantı yapılıyordu. DİSK ve ona bağlı sendikaların yöneticileriyle devrimci gençlik liderleri 16 Şubat Pazar günü Dolmabahçe’den Taksim’e bir protesto yürüyüşü organize etmeye karar verdiler. Aşırı milliyetçi ve de dinci kuruluşların bu kitlesel gösteriyi gerekirse kan dökerek dağıtmak için hazırlıklar yapmaya başladıkları haberleri geliyordu.
İstanbul o günlerde gerçekten kaynıyordu. Belki de 2. Dünya Savaşı sonrası Missouri Zırhlısı’nın Türkiye’ye gelişinde olduğu gibi gece hayatı ve fuhuş sektörü yeniden hareketlenmişti. Vücutlarını satarak geçim sağlamaya çalışan kadıncağızlar en seksi kılıklarıyla, oturduğumuz Kazancı Yokuşu’ndan Kabataş’a doğru akın akın iniyorlardı. Bâbıâli medyası gece kulüplerinde dansözlerle birlikte göbek atan 6. Filo Komutanı’nın resimleriyle doluydu.
Bu curcunadan yararlanarak hükümet anayasada tanınmış özgürlükleri daha da kısmak üzere Nizamı Koruma Kanun Tasarısı’nı alelacele Meclis’e indiriyordu.
Sağcı ve İslamcı medya İstanbulluları anti-emperyalist gençliğe karşı kışkırtmak için her türlü provokasyona başvuruyordu. Beyazıt Kulesi’ne Vedat Demircioğlu’nun resminin asılması olayı “Beyazıt Kulesi’ne kızıl bayrak çekildi” diye veriliyordu.
Nihayet protesto yürüyüşünün yapılacağı gün geldi çattı. Pazar sabahı başta Beyazıt Camii olmak üzere birçok camide cihad namazları kılındığı haberleri geliyordu. Dolmabahçe Camii’nin önünde de Boğaz’a demirlemiş 6. Filo’yu kıble seçerek cihad namazına duranlar olduğu bildiriliyordu. Ama asıl kümelenme Taksim Gezisi’ndeydi.
İnci’nin yakalandığı sarılık iyice azmıştı, sürekli kusuyor, fenalık geçiriyordu. Doktorun yazdığı ilaçları bulabilmek için Taksim civarında nöbetçi eczane aramaya çıkmıştım. Bir an önce ilaçları eve yetiştirip ardından meydandaki mitinge katılabilmek için acele ediyordum. Tam Kazancı Yokuşu’na inecektim ki, Gümüşsuyu’ndan Taksim Meydanı’na ilerleyen kortejin attığı sloganlar duyuldu. “İnci biraz daha sabredebilir,” diye düşünerek kortejin meydana girişini beklemeye başladım.
Meydan zaten başka istikametlerden gelen insanlarla doluydu. “Fruko” dediğimiz toplum polisleri herhangi bir olay çıkmasını önlemek üzere Taksim Meydanı çevresinde sözümona tedbir almışlardı.
Elimde ilaçlar, Taksim Alanı’na giren korteje katılmak üzere koşuyordum ki, Taksim Gezisi’ndeki sopalı, silahlı saldırganlar, toplum polislerinin açtığı geçitten yararlanarak birdenbire “Allahu Ekber”, “La ilahe illallah”, “Komüniste, gavura ölüm” naralarıyla göstericilerin üzerine saldırmaya başladılar. Silahsız yürüyüşçülerin bu ani saldırıya karşı direnmesi mümkün değildi. Herkes canını kurtarabilmek için kendisini yan sokaklara atmaya çalışıyordu.
Biz bir grup Kazancı Yokuşu’na yöneldik. Gözü dönmüş kalabalık naralar atarak arkamızdan kovalıyordu. Yokuştan aşağı inerken sağ tarafta İkebana adlı bir çiçekçi dükkanı vardı. Koşanların bir kısmı oraya sığınmaya çalışıyordu. Oysa oraya sığınmak ölüm demekti, içeride kıstırıp öldürmeleri işten değildi. Çevreyi iyi tanıdığım için, “Sakın ha! Aşağıya koşun, aşağıya!” diye bağırarak kendim de yokuş aşağı koşmağa başladım.
Yokuşun biraz aşağısındaki Ülker Sokak kavşağına vardığımızda arkamızdan kovalayan kalmadığını farkettik, belli ki geriye dönüp meydanda kalanlara saldırmayı daha sonuç alıcı bulmuşlardı.
Kendisini saldırıdan ağır yaralı olarak kurtarabilmiş bir genç yanıbaşımda yere yıkılmış inliyordu. Tesadüfen o civarda bulunan bir taksiyi çevirdim, yaralıyı bindirip “İlk Yardım’a çek,” dedim. Galiba İlk Yardım’a ilk varanlar bizlerdik. Yaralıyı hemen tedaviye aldılar.
Tekrar aynı arabayla Kazancı Yokuşu’na koşturdum. Birkaç yaralıyı daha İlk Yardım’a götürdüm. O sırada başka arabalarla, ambülanslarla da arka arkaya yaralı taşınmaya başlamıştı.
Tanıdık kimse olup olmadığını anlamak için sedyelere bakıyordum ki saldırının iki kurbanından birinin, cesediyle karşılaştım. Karnı deşilmiş, barsağı dışarı fırlamıştı.
Saldırıdan kurtulanlarla röportaj yapmaya koyulmuştum ki birden İnci’nin hasta hasta beni beklediğini anımsadım. Hastaneden telefon ederek durumu bildirdim, hemen geleceğimi söyledim. Büyük bir “oh” çekti, “Ben seni öldü biliyordum, dedi. Bir saattir habire telefon geliyor, kan gövdeyi götürüyormuş” dedi…
Kazancı Yokuşu’ndan bizim kavşağa indiğimde, mahalle bakkalının önünde büyük bir grup birikmişti. Hallerine ve telaşlarına bakılırsa, saldırıyı yapanlar arasında olmalıydılar. Sürekli alışveriş yaptığımız, sık sık dostça sohbet ettiğimiz bakkal beni uzaktan farkedince karşılaşmamak için kendisini içeri attı. Belli ki suçluların telaşı ve utancı içindeydi, hemşehrilik bağları, dinsel inançları ve sürekli kışkırtmalar kim bilir daha kaç insanı bu saldırıya ortak etmişti.
Olaylar üzerine hazırladığımız “Yeter Bu Kanlı İktidar” kapaklı Ant Kanlı Pazar’ı hazırlayan tahrik ve teşvikleri belgeleriyle ortaya koyuyordu.*
“Gerçeği bilelim” başlıklı Yorum’da “Artık anayasa değil, yasalar değil, kaba kuvvet konuşuyor… Saldırmak için değil, savunmak için kuvvet, savunmak için örgüt! Sosyalistler, devrimciler, bugüne kadar küçük hesaplarla birbirlerini yemelerinin, bölük pörçük olmanın bedelini ödediler Kanlı Pazar’da… Artık her eylem, polise, idareye güvenmeden, en az sağcı saldırganlar kadar güçlenmiş, örgütlenmiş kuvvetlerle ve mutlak bir disiplin içinde yapılmalıdır,” diyordum.
Yaşar Kemal ise Camiler Kışla Oldu başlıklı yazısında bir gerçeğin altını çiziyordu: “Camiler AP’nin ve sömürücü Amerika’nın birer milis kışlası haline getirildi. Halka orada kıyam telkinleri yapıldı. Orada ölüm talimleri yaptırıldı. AP’ye ve Amerika’ya muhalif, Türkiye’nin bağımsızlığını isteyen vatandaşlara orada komünist, orada kâfir dendi. Cami-kışlaların insanları öylesine şartlandırılmış, öylesine Amerikan kölesi haline getirilmiştir ki, sözüm ona müslümanlar, çember sakallılar Boğaz’daki Amerikan filosuna karşı Fındıklı ve Dolmabahçe camilerinde namaz kılmışlardır.”


*https://www.tustav.org/…/Ant%20-%20Haftalik%20-%20C-5…
(Doğan Özgüden, “Vatansız” Gazeteci, Cilt I, Sürgün Öncesi, Belge Yayınları, İstanbul 2010)

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑